özkan bulut'un bu gün fotoğrafını paylaştığı bu manzaraya en az kırk yıldır aşinayım. kaç asrın aşklarını, hüzünlerini ve ayrılıklarını bağrında saklayan bir yitip solmayacak mekan burası çünkü. yeğren'e, namı diğer yenidoğan kasabasına nazır kallavi bir yer. şimdi kırık dökük hale gelmiş çarşı'yı başlangıç noktası alırsak aslında pek merkezi bir yer değil. doğancık ve hüyük yolu üzerinde bir köşeye itilmiş gibi bir hali var. itilmiş görüntüsü, mekansal bir derinlik taşımadığını anlamına gelmez elbette.
buranın misafirleri kabına sığmayınca bir kaç yüz metre ötesine, koru manzarasına daha çok nazır yeni bir mekan açıldı sonradan. hoş, orası da kısa sürde müşterilerle doldu taştı. türkiye'nin bir çok şehrine (en çok da izmir'e) taşmış yerli ahali için son durak-kara toprak inşa etmek kolay zenaat değil elbette.
yetmiş beş'te ortalık kar, tipi ve boran iken babamı da bu tepeye emanet etmişler. o vakitten beri bendeniz için hüznün merkezi ve simgesi oldu adeta. ziyaretlerimde uzunca bir süre, sanki bir gün dönüp dolaşıp buraya gelmeyecekmiş gibi çevre manzarasına lakayt duran insanları gözlemledim. ilginçtir ki bu zevatın tamamı da oraya medfun oldu nihayetinde. ortamın hüznünü duyumsayanlar ve ciddiye alanların da son durağı burası olacak elbette. yani dünyaya veda etme söz konusu olduğunda tüm insanlar eşitlenecek tarağın dişleri gibi. en ciddi olanlar ile en lakaytlar yanyana gelecekler ve yeniden dirilişi gözleyecekler. ya da ne anlama geldiğini hala bulamadım ama, annemin dediği gibi "ak koyun kara koyundan hakkını alacak". öyle ya! ak koyunla kara koyunun birbiriyle ne tür bir derdi olsun ki, birbirlerini ak ve kara diye ayıran ve olanca acımasızlığı birbirine reva gören insanlar dururken...
bir gün bir şiir yazdım bu nadide toprak parçası için. sonra nasıl olduysa kaybettim. şimdi kendimde yeniden benzer bir şiir yazacak gücü bulmaıyorum. ya bu tür derin ayrılıklara aşinalık kazanmış olmalıyım veya hissizlik marazına müptela oldum ama farkında değilim. hiç bir şey de eskisi gibi değil zaten... yiyip içtiğimiz şeylerden ne kadar zevk alıyoruz ki, böyle derin ayrılık hikayeleriyle kederlenelim.
yeni geçici konutlar fotoğraftaki manzarada bulunan salt taş yığınları gibi değil elbette. onları daha modern bir tarzda cilalayıp yazılarla donatıp başucuna koyuyorlar şimdi mevtanın. yetmiş beş yılından beri dimdik duran babamın mezarı, taş üzerine yapılmış bir işçilik ihtiva ederken yeni çoğu mezar sahibi mermer işçiliğini tercih ediyor olmalı.
her arife günü ikindi namazı sonrası bu meydan bizim olurdu adeta. geç kaldığımızda ise mutlaka bayramda uğrayıp telafi ederdik.
son yıllarda bu hevesten ve manzaranın ruhumuza ilham ettiği duygulardan pek bir eser kalmadı sanki. belki de kendi yeğren'imizi ve kendi mezarlığımızı inşa etmemiz; orada çoğalıp orada son yolculuğa uğurlanmamız gerektiğe inanır olduk. kırk küsür yıldır yitirdiğim başta babam olmak üzere bütün dost, akraba ve sevdiklerimize ise uzaktan selam ve dua göndermek dışında elimizden bir şey gelmez oldu... şairin de dediği gibi:
"neylersin, ölüm herkesin başında
uyudun, uyanamadın olacak
kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında
bir namazlık saltanatın olacak
taht misali o musalla taşında."
selam olsun yeğren'in kadim misafirlerine! selam olsun yusuf emmi misali merhamet abidesi büyüklere! ve selam olsun kendi yeğren'imize! geçmişimize ve geleceğimize...!
Yorumlar