Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Hikaye etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Altın Veren Armut Çekirdeği

Bir zamanlar Çin'de bir adam o kadar aç ve bitkin düşmüş ki, dayanamayıp bir armut çalmış. Adamı yakalayıp cezalandırılmak üzere İmparator'un karşısına çıkarırlar.  Hırsız imparatoru görünce ona şöyle der: - "Değerli efendim, çok açtım, dayanamadım çaldım ve yedim. Beni affetmeniz için yalvarıyorum. Eğer affedersiniz size paha biçilemez bir armağanım olacak.." İmparator dudak büker;  - "Senin gibi birinde paha biçilemez ne olabilir ki?" Hırsız, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatır ve; - "Bu çekirdeği ekerseniz bir gün içinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz.." İmparator kahkaha atarak; - "Ek o zaman, altın meyveleri görünce affederim seni." der. Yoksul adam - "Haşmetlim bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım.. Bu tohumu ancak, ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler, tarif edilemez acıla...

Güz Yağmurları

Güz mevsimin insan doğasına getirdiği farklı bir hüzün vardır. Bir kısmı, çocukluk yıllarında insanın bilinçaltında biriktirdiği masum hatıralara ilişkin olan bu hüzün iklimi, gençlikte daha fazla heyecan ve ideal içerirken yaşlılığa yöneldiğimiz evrede gittikçe kesinlik kazanmaya başlar. Hayatın üçüncü ve son aşamasında bulunmanın, üçüncü geçiş döneminin keskinleşmesine katkısı çok fazla olsa gerektir. Toplumlar ve devletler, her ne kadar dinamik bir karaktere sahip oldukları için farkında olamasalar da bu üç evreyi bilfiil yaşarlar; yani doğar, olgunlaşır ve tükenme çizgisine doğru çaresiz adımlarla ilerlerler. Birkaç bin yıllık tarihe sahip olmakla övünen uluslar da bu kaderi yaşar. Zaten kocaman mazi mezarlıklarına sahip olmayan bir ulus mu vardır yeryüzünde? Farklı bir varoluş aşamasında bulunmalarına rağmen, maziyi çok köklü olarak düşünmeleri de güz yağmurlarının getirmiş olduğu hüzne benzer bir ironiyi bizzat yaşamalarındandır. Tarihteki Türkler veya başka ulusların gelenek...

Gelin Ana!

25 Temmuz 2 020 Yengeye “gelinana” derler bizim oralarda. Hızla söyleyince gelnana haline dönüşmüş zamanla. Kuru bir yenge lafına göre, daha içten görünür. Tıpkı emmi kelimesindeki sıcaklığı amca sözcüğünde bulamama gibi... Hem gelnanada yakınlık, anneliğe benzer bir sığınma duygusu hissedilir. Böyle bir kadını geçen hafta aniden kaybettik. “Kör olası hastalığın” pençesine düşmüştü. Korona değil, tüm zamanların en kötüsü olan kanser illeti idi bu. Bu da öz annemin tabiri olarak aklımda kalmış, böyle çaresiz durumları üstü kapalı ifade etmek için. Şekerdeki derme çatma evde geçti hayatının çoğu. İki oğlan, bir de sonradan yengem olacak ay parçası bir kız büyüttü gelnana. Şeker fabrikasında işçi olan ama sıradan bir işçide asla rastlanmayacak derecede girişimcilik azmi ile fokur fokur kaynayan emmimin eşi idi. Bu, elektronik eşyadan kamyona, oradan arsa ve ev satışına kadar neredeyse her tür emtianın alım satımını büyük bir heyecanla yapan adamın karısı olmak kolay iş olmasa gerekt...

Uğur Böceğim!

Bugün Babalar Günü ve ben 4 yaşımda iken yitirdiğim babamla ilgili fazla bir hatıraya sahip değilim. Onun yerine, yetim geçen çocukluğumda bana gerçek babalık yapanları yad etsem, sanırım öz babam darılmaz. Sonuçta onunla ayrılığımız planlı bir durum değildi veya kimsenin bunda bir kusur yok. Babalık, aslında insanın arkasını yaslayacağı bir güçlü kale ve bu kalleş dünyada kişinin kendini evvel Allah güvende hissedeceği bir müessese gibi geliyor bana. Boşluğun doldurulması meselesi de bu sırda gizli... Bu konuda ilk sırayı, geniş ailesinin onca yüküne rağmen, yeğenleri olarak bizi ihmal etmeyen Mehmet Dayım alıyor. Kendisinin de bir yetim olarak hayata tırnaklarıyla kazıyıp tutunmasından mıdır bilinmez ama onun sıcaklığı ve baba boşluğunu dolduran huzuru bir başkaydı. “İdi” diyorum; çünkü 20 yıl önce bir kış günü kaybettik kendisini. Aradan geçen onca yıl, çocukluğumla buluşarak ruhumun derinliklerindeki dalgalar marifetiyle onu hayırla yad etmemi engellemiyor. Soğuk kış günlerin...

Bir Hıdrellez Masalı

2 Mayıs 2018 Hıdrellez, eskiden özellikle çocukların dünyalarında bir heyecan uyandıran, coşku ve heyecan ile baharın gelişini temsil eden güzel bir dünlence günüydü. Rivayete göre, Hızır ile İlyas'ın birbiriyle buluştuğu günün anısına kurgulanmıştır. ...  İlk mektepte okuyan yetim çocuk, Konya’nın mütevazi mahallesi Kovanağzı'ndaki ev  lerinin önünde bir Hıdırellez günü boynu bükük oturuyordu. Aylardan mayıstı ve bahar gelmişti her yere.  Çocuk hayalleri ile başbaşa iken bir otomobil durdu evin önünde ve otuzlarında bir adam kafasını camdan uzatarak çocuğa seslendi.  - Çavuş ne yapıyorsun? Hadi annene söyle Apa Barajı'na pikniğe gidelim! Çavuş diye seslenirlerdi ona. Mehmet Çavuş lakabını taşıyan d edesinin adını taşıdığı için. Piknik teklifi yapan adam çocuğun öz amcasıydı ve amcanın teklifi yeğenin mutluluktan uçmasına yetmişti. Zira en son dört-beş yıl önce, babası hayata veda etmeden önce Çayırbağı'nda ailecek piknik yapmışlardı. Dünya küçülmüştü ve bir nokta ha...