Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Îyd-u Adhâ

Kars yıllarımda, yüksek Rus binalarından birinde bir hayli geniş odamın kapısından etrafa, ne kadar kısık sesle dinlesem de kendine has taşkınlığı ve efsunlu hali ile gazelhanların dilinden dökülen nağmeler yayılırdı. Cavit Yeşilyurt hoca ile karşı karşıya olduğumuz vakitlerde bu konuda inceden eleştiriler de alırdım. Urfa’ya ömrüm boyunca bir kez gittim ama Kazancı Bedih ve Tenekeci Mahmut başta olmak üzere Urfalı üstat gazelhanların okuduğu enfes parçalara ilgim uzun yıllara dayandı. Bu konuda çok sayıda özgün gazeli video haline getirmek için epey bir emek de harcadım. Hatta bu hikayenin konusu olan “yanıp bir nar-ı ruhsare” ile başlayan ve en güzelini Tenekeci Mahmut Güzelgöz’ün okuduğunu düşündüğüm 17 dakikalık (aşağıda linki var) gazeli de gazelseverler için bendeniz ince ince dokuyarak oluşturmuşumdur. Son zamanlarda eskisi kadar vakit ayıramadan da bir gazel duyunca yüreğimin bir yerinden büyük taşlar kopuyormuş gibi dikkat kesiliveririm. Pek çok öğrencim de bilir, işsizlik kon

Düşünme Sanatı (!)

T ürkiye’de üniversite mezunu olup toplumun parmakla gösterdiği makam sahiplerinin yaşamı algılama biçimini ve bunu vurgulayan paylaşımlarını dikkate alırsak, ilkokuldan itibaren herkese “düşünme ve ifade etme sanatı” dersi verilmesi gerektiği anlaşılıyor. Özellikle eğiticilerin evleviyetle eğitilmeye muhtaç olduğu bir dünyada, eğitimin çıktılarını tartışmak beyhude bir çabaya benziyor zira. Peygamber’in bile” ben dünya işlerini bilmem” dediği bir düşünsel arka planı masaya yatırırsak, bu sözde eğitici taifenin “fani ve yaptıkları şaibeli onca zevatın her icraatını meşrulaştırma çabası” gütmekten öteye yol alamaması fena halde acınası bir duruma benziyor. Hem her defasında “kuru ekmek yiyen kadının oğlu olduğunu” hatırlatan ve toplumunun önünde başkasının gölgesine sığınmadan delikanlıca arzı endam eden bir önderimiz olacak hem de hayata taparcasına bağlı fani şahsiyetçiklere kutsiyet affedeceksek, buradaki tutarsızlığı önünde sonunda farketmemiz gerekiyor. Yıllar yılları kovalıyor, ay

O başka bu başka (mı)?

  Tarihin bir vaktinde, kendilerine bin yüz akademisyen adı verilen bir grup insan, yaşadığı ülkede gerçekleştirdikleri bazı eylemler dizisi vesilesiyle bir hayli ses getirmişti. Sonradan kendisine yapılanlara karşı "mağdur" edebiyatı yapan sabık bir başbakan bile bu konuda "tutuklu yargılamalar" dışında imzacılara yönelik pek çok eleştiri yöneltmişti. İşin içinde "devletin kendini haklı bir şekilde savunması" olunca diğerlerine fazla söz düşmez ve bütün itiraz sesleri bir şekilde bastırılır. "Söz konusu vatansa", yöntemler teferruatlaştırılarak meşrulaştırılır ve bu trajik tablodan neşet edecek uzun vadeli sonuçlar pek önemsenmez. oysa insanlar gibi toplum da sadece zeka ile değil akıl ile de süslenmeli ve ona göre davranış kalıpları geliştirmelidir.  Türkiye için 21. yüzyılın en uzun yılı (şimdilik) sayılan 2016 kışında bir bildiriye dönüşen bu olaylar silsilesi sonrasında üniversiteler hareketlenmeye başlamıştı. Hemen yüksek yerlerden, bu bild

Bir bilinçaltı hikayesi!

Merkezi bir sınavda bina sorumlusu olarak bir yerde bulunuyordum. Salonda görevli gözetmen, nasıl olmuşsa salon başkanının alması gereken sınav evrakını teslim alıp salona doğru yollanmış. Gerçek başkan ise bir okul müdiresi olarak el elde baş başta ortada kalıvermiş haliyle... Müdire hanıma, “Hocam! Endişe etmeyin! Bir okulda iki müdür, bir salonda da iki başkan olmaz. Size başkanlığınızı iade ederiz” dedim. Sonra listeden bu karmaşık durum anlaşılınca salona gönderdim görevli arkadaşı ve müdire hanımefendiyi başkanlık görevine kavuşturduk sonunda. Ardından salona gidip “kaçak başkanı göreyim ve biraz takılayım” istedim. Gidip gülümsemeli bir tavırla kaçak salon başkanına laf dokundurmak için “Güvenliğe haber verdim, birazdan sizi darbeye teşebbüsten alıp götürecekler” dedim. Meğer adamcağız sınavlarda ilk kez görev almış ve yanlış anlama sonucu alıp götürmüş salon evrakını. Ama benim latife içeren sözlerimi aşırı ciddiye aldı ve “Hocam! Ben 15 Temmuz'da İstanbul’da idim. En ön s

İçimizdeki şeytan!

"Bir zamanlar bir iyi, bir de kötü büyücü varmış. İyi büyücü, bir insanı kötü büyücünün şerrinden kurtarmak için buğday tanesine çevirmiş. Kötü büyücü birden bir horoz olup tam taneyi yutacakmış ki iyi büyücü tanenin üzerine bir şinik buğday dökmüş. Böylece kötü büyücü aradığı taneyi bulamamış. "İşte Hristiyanlar da Allah'ın kitabı olan İncil'i bu hâle getirdiler. Allah'ın kitabının yanı sıra kırk dokuz kitabı kutsal tanıyarak hak ve bâtılı birbirine karıştırdılar." der ünlü Rus romancı Tolstoy İçimizdeki Şeytan adlı eserinde... Dün akşam, bu hikayeye esin kaynağı olan coğrafyadan bir kısım mücahitlerin (!) uydu cihazlarını kırıp parçaladıklarını gördüm. Altı yıl önceki bir videoda ise aynı mücahit beylerin, dini gerekçelerle televizyonları kırma görüntülerini son model telefonlara kaydederek internete yükledikleri videosu yayınlanmıştı... Çocukluğumun şekillenmesinde önemli bir yeri olan masal perim, rahmetli anneannem de "televizyon" için "şe