Türkiye’de üniversite mezunu olup toplumun parmakla gösterdiği makam sahiplerinin yaşamı algılama biçimini ve bunu vurgulayan paylaşımlarını dikkate alırsak, ilkokuldan itibaren herkese “düşünme ve ifade etme sanatı” dersi verilmesi gerektiği anlaşılıyor.
Özellikle eğiticilerin evleviyetle eğitilmeye muhtaç olduğu bir dünyada, eğitimin çıktılarını tartışmak beyhude bir çabaya benziyor zira. Peygamber’in bile” ben dünya işlerini bilmem” dediği bir düşünsel arka planı masaya yatırırsak, bu sözde eğitici taifenin “fani ve yaptıkları şaibeli onca zevatın her icraatını meşrulaştırma çabası” gütmekten öteye yol alamaması fena halde acınası bir duruma benziyor.
Hem her defasında “kuru ekmek yiyen kadının oğlu olduğunu” hatırlatan ve toplumunun önünde başkasının gölgesine sığınmadan delikanlıca arzı endam eden bir önderimiz olacak hem de hayata taparcasına bağlı fani şahsiyetçiklere kutsiyet affedeceksek, buradaki tutarsızlığı önünde sonunda farketmemiz gerekiyor.
Yıllar yılları kovalıyor, aylar ayları izliyor ve müslümanlıkla taban tabana zıt tapıngaçlık kültüründe hiç bir taş yerinden oynamıyorsa burada muhakeme ve mantık yürütme arka planına sahip olma açısından ciddi sorunlar olduğu anlaşılıyor.
Eskiden “haram yemenin neden olduğu uyuşturucu haline müptela olma” gibi soyut ve subjektif bir gerekçeyle ilişkilendirirdim bu muhakemesizlik sorunsalını. Şimdi ise doğrudan kıllet-i akıl seçeceğinden başka bir ifadeye sığınamıyorum yazık ki! Bir de şu külhanbeyi edası ile yaklaşım tarzı insanı fena halde ürkütüyor: “Eeee! şair burada ne demek istiyor?” A güzel kardeşim! Şiirden bir şey anlamıyorsun da şairin ne demek istediğini mi merak ediyorsun?
Paradoks üstüne paradoks! Hamakat içre şecaat! Sadece cahil cesur olmuyor yani, cesaret de cehalete teslim-i silah ediyor. Hem de sözde mürebbi, müderris ve mühendislerin marifetiyle...
Yorumlar