Tepeden aşağıya doğru devlete ve topluma yeni bir biçim verme projesi olarak hayata geçmiş olan cumhuriyet fikri, aradan geçen 101 yıla rağmen toplumun bir çok dindar-muhafazakar damarında halen oldukça düşük bir nabızda atmaya devam ediyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri, nizam-ı kadim adı verilen, en az bin yıldır tahkim etmiş ve son bir kaç asırdır üzerinde çivi bile oynatılmasına bilinçli biçimde karşı çıkmış bir zihniyetin her halükarda ve ısrarla galip geldiğini düşünüyor olagelmesi sayılabilir. Zira, kılcallarda büyük bir titizlikle, olanca temkinlilik haliyle ve idris küçükömer usta’nın deyimiyle doğucu-abdülhamitçi rotada ilerlemeye devam eden bu paradoksal hal, okumuş bazı kesimlerin zihinlerini de esaret altına almaya devam ediyor.
Oysa “Alternatifiniz neydi beyler” diye yöneltilecek bir sorunun muhtemelen berrak bir cevabı yok. Hilafet, şeriat, saltanat ya da bunların herhangi bir kombinasyonunu savunmak için hem hikayenin başında hem de günümüzde elimizde yeterli kanıtlar demeti bulunmuyor. Kurucu lidere kökensizlik, ailesine iffetsizlik affetmenin çok ötesinde tarihsel bir boşluğu ustaca doldurma konusunda elimizdeki imkanları en iyi biçimde temsil eden bu durum, bütün anomalik sonuçlarına rağmen tarihsel bir başarı öyküsü olarak kaydedilmeyi hak ediyor.
Kurucu lider konusunda temkinli bir liberalist öncü ve duayen hocamıza geçen yıl yönelttiğim “hepimiz yüz yıl önce inşa edilmiş ideolojik bir örgünün başarılı ürünleri değil miyiz” sorusu hala “hayır” cevabı ile geçiştirilemiyorsa mevzunun tahmin ettiğimizden daha derin kökenleri olduğunu da pekala iddia edebiliriz. Belki tarihin süzgecinden geçmiş bir akıl, belki geçmiş ve geleceği okuma yetisine sahip olma konusunda şanslı bir grup elitin gayretleri, belki de sosyolojinin uzun erimli çözümler üretme konusunda tıkandığı bir ortamda beliriveren tinsel bir inayet ile açıklanabilecek olan bu sonuç cidden fevkalade şaşırtıcıdır.
Olaya neresinden bakarsak bakalım, hangi ideolojik saiklerle sonuçlarını hafife almak istersek isteyelim ve hangi geleneksel bilinçaltı oluşumu ile ucuzcu ve kolaycı tekfir kolaycılığına sığınmayı tercih edersek edelim ayine ile iş arasındaki ilişkiyi görmezden gelmemiz halinde realiteyi algılamakta zorlanacağımız kesin gibidir.
Balassa adında bir iktisatçı, bir ülkenin dış ticarette hangi alanda uzmanlaştığının ölçütünü “açıklanmış karşılaştırmalı üstünlükler” adını verdiği bir modelle açıklamaya çalışır. Kısaca dış ticarette uzmanlaşmanın mikro etkinlik veya makro denge ile ilgili teorik hayaller kurmanın ötesinde farklı bir düzlemde görmemize olanak sağlar. Ziya Paşanın, “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” öz deyişiyle özetlenebilecek bu durum, uzmanlaşma şeklinde ortaya çıkan başarının ölçümünde sonuçlar üzerinden sağlıklı bir okuma yapmak gerektiğini öne sürer.
Bu minvalde, Cumhuriyet meselesinin ve doğucu-abdülhamitçi çizgide yürümeyi tercih edenlerin görmekte ürkek davrandıkları konu benzer bir mantıkla açıklanabilir. Son on yılda meydana gelen sert türbülansların ve negatif gelişmelerin neden olduğu savruk sonuçlar bir kenarda tutulacak olursa, yüz yıl önce öngörülen çizginin gerisinde kalınmış olmasına ve sosyolojinin olanca elverişsizliğine rağmen genel manzara değişimden beklenen sonuçlardan fazla uzak olmamıştır.
Bu vesileyle zikredilebilecek en önemli sorunlardan birisi cumhuriyetin demokratikleşmesi olarak öne sürülebilir. Yukarıda altı çizilen savruk dönem öncesine dönüldüğünde bu konuda da bir hayli mesafe alındığı ileri sürülebilir.
En az beyaz zambaklar ülkesi kadar vatanın her köşesindeki bataklıkların kurutulduğu, kurak alanların yeşerdiği, özgürlüğün onlarca tonunun korkusuzca kullanılabildiği demokratik bir cumhuriyete ulaşmak dileğiyle… Az önce telefonla arayan ve yarım asırdır bir tasavvuf akımına sıkı sıkıya bağlı annemin dilinden dökülen kelimelerle “hayırlı bayramlar” diliyorum.
Yorumlar