Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Önyargının ya da 14 Mayıs'ın Sosyo-Politiği

Çocukluğum, akıncı gençlerin duvarlara kahramanca (!) “Tek Yol İslam” yazıları yazdığı, Milli Selamet Partisi ve onun efsanevi liderinin tek kurtuluş reçetesi olarak sunulduğu bir ortamda geçti. Rahmetli Mehmet dedem, askerde iken onun bölüğünde çavuşluk görevi üstlenmesine rağmen Rahmetli Türkeş ve ekibi ile bile mesafeli oldu. Türkeş’i hep saygı duyduğu bir komutanı olarak görmek istedi belli ki. Ardından, dedemle hayatta iken yıldızları fazla barışmasa da rahmetli babam da bayrağı taşımaya devam etti. Öyle ki, yazarlarını hiç tanımadığı ve sadece taraftarlık niyetine desteklemek adına Millî Gazete hisselerini satın almıştı. Zira ilginç biçimde mevzu rahmetli Erbakan Hoca’ya gelince her şey aniden değişiverirdi. Çünkü din, iman, kitap gibi kavramları bolca kullanarak ve Konya’nın muhafazakâr halkının  cumhuriyetle yaşadığı tarihsel dezavantajlı konumunu  örtük biçimde vurgulayarak samimi olduğuna inandırmıştı Konyalıları. Belki de samimiydi, bilinmez. Zira Ahmet Tabakoğlu hocamdan “

Test sınavlardan kalitesiz cumhurbaşkanlığı seçimleri...

1 Ağustos 2022 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin üzerinden sekiz koca yıl geçmiş. Bir yıl sonra yeniden seçim yapılacak ve şimdi “en etkili” makama evrilmiş bir koltuk için seçenekler hala çeşitlenmiş değil. Muhtemel adaylar yaşlandı, hatta yıprandı. Niyeyse tarih hep tekerrür ediyor bu topraklarda. Seçim yerine “zoraki bir tercih” sorunsalı ile karşılaşacak görünüyor tekrar yurdum halkı. Ne diyelim? İyi oynayamayan kazanamıyor, kazanan pek iyi oynayamıyor. Oyuncular mı oyun mu sorunlu, bilinmez. Kerameti kendinden menkul bir demokrasi örneği de denebilir. 1 Ağustos 2014 A) Ekmelettin İhsanoğlu. 71 yaşında. Yaşlı ve iyi birisine benziyor. Ama sadece iyi birisine. Türkiye'ye Cumhurbaşkanı olacak kadar ülkeyi bilmiyor. Her gün toplumun dikkatinden kaçmayan ilginç gaflara imza atıyor. "Devlet başkanı olmak için siyasetçi olmasına gerek yok bir insanın" absürt fikri ile ortaya sürüldü. İlla bir çatı isteniyorsa, ağzı daha iyi laf yapan ve tarih, edebiyat pek çok konuda "

Ali emmi

Hacı Ali derlerdi adına. Gözümüzü açtık, onu gördük. Hep etrafımızdaydı. Sürekli hareket halinde, kabına sığmayan, gördüğüm en “içten patlamalı motor” kategorisinde sayılabilecek kişiydi. Amcamdı. Ya da eski söyleyişle Ali Emmi derdik kendisine. Her konuyla ilgili idi. Özellikle siyaset konularında çok aktifti. Geleneksel olarak “selametçi” kanadın hararetli savunucularındandı. Okuyana, okutana ve okumaya karşı çok özel bir duruşu vardı. Beni de, kendince dünyanın en iyi üniversitesi olarak kabul ettiği “Ezher’de” okutacağını dillendirirdi sık sık. Bu amacına ulaşamadı ama büyük oğlu Mehmet abim, kaderin savunmasıyla da olsa bu konuda muvaffak oldu. Kahire radyosu Türkçe bölümünde de çalışma tecrübesi yaşaması, lise yıllarımda mehmet abimin Mısır’dan gönderdiği Arapça öğrenme setleriyle tanışmama vesile oldu. Ali amcamın eğitimime dolaylı etkileri yanında doğrudan sunduğu insani katkıları da unutmam mümkün değil. Bir yaz günü, sabah namazından sonra bir bütün karpuzu ortadan ikiye bö

Zihinsel dönüşüm ihtiyacına dair: bir giriş

altı yıldır, üzerine yüzbinlerce yorum yapılmış, spekülasyonlara konu olmuş ve çoğu kimsenin ucundan kendi bakış açısına sabitlemek için çekip durduğu bu olay(lar zinciri) de neyin nesiydi? zincirin halkasının nerede başladığı, nasıl gerginleştiği ve nasıl bu kadar sert biçimde koptuğu, hatta atomlarına ayrıldığı sorularının cevaplarını, tam emin olmamakla birlikte tarih ve tarihçiler verebilir. buradan, mezkur ayrışma veya tozlaşma sürecinin ekonomi-politiğini yapmak istemediğim anlaşılıyor olmalı. bunun yerine, hem bir zihniyet analizine ışık tutma bakımından malum travmatik dönemin hemen ertesinde yaşanan gerçek bir hadise(ler) zincirinden kesit sunarak manzaraya başka bir pencere açmaya çalışacağım. altı yıl önce bir kaç gün içinde vuku bulan ama muhatapları nezdinde etkisi yıllardır devam eden bu kesit olayın temel öznesi, iyi bildiğim(i sandığım) bir akademisyen arkadaşım oldu. anadolu'nun mütevazi bir şehrinde bir fakültenin dekanlığını yapmakta olan bu "dindar" za

Başarılı çocuk yetiştirme ve anne sultan!

1. Çocuğun hobisini zaman kaybı olarak görmemek 2. Çocuk adına karar vermemek 3. Paralı veya havalı işlere mutlu olmaktan çok değer vermemek 4. Paranın kıymetini öğretmek Şimdi düşünüyorum… Okuma yazma seferberliğinin olduğu 1980'lerin başlarında devam ettiği bir kaç aylık kurs dışında hiç okul yüzü görmemiş annem bu kuralların bir çoğunu çocukları üzerinde uygulamıştır. Başka konularda ısrarları ve dominant olma çabaları oldu ama yukarıdaki 4 konuda iyi bir bilinç sahibiydi.   Hemen hepimiz yıllarca kenpo karateye devam ettik. O kadar çamaşır yükünün üzerine karate elbiseleri de eklendi ama buna hiç ses ettiğini hatırlamıyorum. Eminim, “bağlama öğreneceğim” deseydik, bir “sordum sarı çiçeğe” ilahisini seslendirme karşılığında ile o konuda da tavlardık kendisini. “Tecrübeli bir kayınvalide olarak gelinlerle kendisinin de epey zaman geçireceğini düşünerek” eş seçimini özgürce yapmamız konusunda biraz zorlandı gerçi. Geleneksel bakış açısı içerisinde buna hakkı olduğunu düşünmüş olma

Kovanağzı'nda bağ bozumu...

zamanı geri çevirmek mümkün olsaydı, yıkılmadan önce çatı katına çıkar ve bütün lüzumlu lüzumsuz hatıraları bagaja doldururdum. hatta benim lise kitaplarım ve dergilerim bile vardı çatıda. allah'tan eski transistörlü radyoyu kurtarmışım zamanında ve emin ellere teslim etmişim. her şeyi ile ilgilenmiştik o evin. sahra tuvaletin tekelinden kurtarmış ve banyoya bir klozet kondurarak büyük bir devrim yapmıştık. tabi öncesinde çamur sıvalı kerpiç cepheyi sıyırarak beton sıva yapıp fevkalade lüks bir konutumuz olduğuna inandırmıştık kendimizi. öncesinde "bizim evimiz altı taş, üstü kerpiç" diyerek sağlam bir evimiz olduğunu iddia ederdik oysa.  bir evin temelinin taştan olması, büyük bir zenginlik alametiydi o zamanlar. ve henüz betonarme devrimi icat edilmemişti. hatta ak parti kimsenin rüyasına bile girmemişti ve "inşaat ya rasulallah" naraları atacak bir müteahhit nesli bile türememişti.  kendi halimizde küçük kovanağzı caddesinde ikamet eden garibanlardık. ben oku

Çok hüzünlü hareketler bunlar veya ayrılıklar üzerine...

birbirinize bir ömür veriyorsunuz. ardından sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi sırtınızı dönüveriyorsunuz. toplumdaki genel samimiyet sorununun bazı ham gönüllere yansıması da böyle oluyormuş demek. kimi dinlerseniz dinleyin, iki tarafın argümanları da tutarlı gibi gelecektir. zira iki tarafa da kıyamıyorsunuz ve vicdanınız bu tuhaf hicran kararını kaldıramıyor. artık öylesine bireysel bir yaşam tipi ortaya çıktı ki, çevrelerinde yangın fırtına kopsa da duyarsızlaştı insanlar. birinin elinden tutmak şöyle dursun, yıllarca elele tutuşmuş insanların bir anda ayrılık kararı almaları karşısında bile duyarsız hale geldi toplum. belki küçük bir “ne oluyorsunuz kardeşim!” sözüyle bile kendine gelebilecek çiftlere iki yatıştırıcı kelamı çok görüyoruz. oysa hayat sadece paylaşmak ve iyilik gördüğümüz diğer varlıklarla uyumlu-vefalı yaşamaktan ibaret bir tecrübe değil mi? kıymayalım birbirimize n’olur ve kıyma teşebbüsünde bulunanlara ısrarla söyleyecek üç beş birleştirici cümlemiz olsun! çok iyi

Yeğren'in en derin man(a)zara içeren tepesi

özkan bulut'un bu gün fotoğrafını paylaştığı bu manzaraya en az kırk yıldır aşinayım. kaç asrın aşklarını, hüzünlerini ve ayrılıklarını bağrında saklayan bir yitip solmayacak mekan burası çünkü. yeğren'e, namı diğer yenidoğan kasabasına nazır kallavi bir yer. şimdi kırık dökük hale gelmiş çarşı'yı başlangıç noktası alırsak aslında pek merkezi bir yer değil. doğancık ve hüyük yolu üzerinde bir köşeye itilmiş gibi bir hali var. itilmiş görüntüsü, mekansal bir derinlik taşımadığını anlamına gelmez elbette.  buranın misafirleri kabına sığmayınca bir kaç yüz metre ötesine, koru manzarasına daha çok nazır yeni bir mekan açıldı sonradan. hoş, orası da kısa sürde müşterilerle doldu taştı. türkiye'nin bir çok şehrine (en çok da izmir'e) taşmış yerli ahali için son durak-kara toprak inşa etmek kolay zenaat değil elbette. yetmiş beş'te ortalık kar, tipi ve boran iken babamı da bu tepeye emanet etmişler. o vakitten beri bendeniz için hüznün merkezi ve simgesi oldu adeta. zi

Tu Guli : Sen Gülsün

Kars’ta türkü akşamlarında dilimizden düşürmediğimiz bu içten türkü takılıverdi dilime birden. Yeniden nağmeleri çağladı ruhumda ve nedenini bilmediğim bir huzur kapladı içimi. Belki eski bir dosta tekrar kavuşmak, belki hüzünlü bir türküde bile huzur bulmak coşkun halimi açıklayabilirdi. Onbeş yıl önce sıkça dinlediğimiz bu yanık türkü, o zaman altı yedi yaşlarında olan kızlarımın diline de pelesenk olmuştu. “Tı guli aç baba” derlerdi. Şimdi birisi hukukçuluğa diğeri mühendisliğe yelken açmış kızlarım, o masum dünyalarında kendilerine ait anlamlar bulmuş olmalıydı. Hepsinden öte, daha öncesinde bir türkü tadında bile terennüm etme fırsatı bulamadığımız başka bir dilden (mahkemelerimizdeki tutanaklarda en azından on yıl önce “bilinmeyen bir dil” diye geçen) gönlümüze akan bu nağmeler karşısında bigane kalmak neredeyse imkansızdı. gPolitik çağrışımlardan uzak bir şekilde Allah’ın ayetlerinden birisi sayılmasına rağmen görmezden gelinen bu tartışmayı tekrar tutuşturmaya gücüm ve enerjim

"Başınız sağ olsun" sözü üzerine...

  "yeryüzünde bir söz yoktur ki, önceden söylenmemiş olsun" derler. fakat önceden söylenmiş sözlerin herkes için ifade ettiği anlam farklıdır. "başınız sağ olsun" sözü bunlardan birisi olsa gerek. sevdiklerimizin hayata veda ettiği durumlarda sık duyarız bu teselli cümlesini. gel gör ki bu cümle ile teselli olmak en zor zanaat olsa gerektir. acılar bir türlü bünyeyi terketmez. hatıralar asla peşimizi bırakmaz. her vesileyle sevdiklerimizi anmaya devam ederiz son nefesimize kadar. güzel hatıralar dev gibi olur ve sevimsiz konular minicik hale gelir ölümün tartışmasız galip geldiği zamanlardan sonra. yahya kemal; "ölüm asude bir bahar ülkesidir bir rinde gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter. ve serin serviler altında kalan kabrinde her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter." derken rindlere selam durur adeta. yani gönül insanlarına. kubbede hoş bir sada bırakanlara. geridekiler için bir ölümün en kötü yanı, bu dünyada tekrar görüşmeyeceğimizi

Sabır ve zaman

https://www.indyturk.com/node/478441/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/sab%C4%B1r-ve-zaman

Kazakistan Olaylarının Düşündürdükleri (Ocak 2022)

Dr. Bekir Yüksel Hoş https://twitter.com/yukselhos/status/1479182135978246146 Kazakistan, dünyanın coğrafi olarak 9. büyük ülkesidir. Nüfusu Hollanda kadar ya da İstanbul'u biraz fazladır. Kazak kelimesinin KAZ (gez) kelime kökünden türemiş "Gezekler" gibi bir anlama sahip olduğu söylenir. Delibaş, hür, yiğit manasındadır. Ancak her ateşi bir su, her hürriyeti bir esaret söndürür. Timur'un, büyük ve oturmuş bir devlet olan Altınordu devletini yok etmesi ile birlikte, oluşan boşluktan Ruslar devletleşme ve imparatorluklaşmaya doğru yürüyecektir. İktidar hırsıyla hareket eden Timur, aslında başımıza Rus belasını saran ilk kişidir. O boşluk, onun eseridir. Biz coğrafyacılar olaylara farklı bakarız. Timur'un Semerkant, Taşkent, Buhara gibi yerleri imar etmesi ve bilim adamlarına uygun ortam sağlaması, onun bizde değil tarihte yüceltilmesini sağlar. Timur, müesses bir Türk devletini yıkmış, diğerini(Osmanlılar) ciddi sakatlamıştı. Bazen bir lider haklı olabilir hatta i