Ana içeriğe atla

Kovanağzı'nda bağ bozumu...


zamanı geri çevirmek mümkün olsaydı, yıkılmadan önce çatı katına çıkar ve bütün lüzumlu lüzumsuz hatıraları bagaja doldururdum. hatta benim lise kitaplarım ve dergilerim bile vardı çatıda. allah'tan eski transistörlü radyoyu kurtarmışım zamanında ve emin ellere teslim etmişim. her şeyi ile ilgilenmiştik o evin. sahra tuvaletin tekelinden kurtarmış ve banyoya bir klozet kondurarak büyük bir devrim yapmıştık. tabi öncesinde çamur sıvalı kerpiç cepheyi sıyırarak beton sıva yapıp fevkalade lüks bir konutumuz olduğuna inandırmıştık kendimizi. öncesinde "bizim evimiz altı taş, üstü kerpiç" diyerek sağlam bir evimiz olduğunu iddia ederdik oysa. 

bir evin temelinin taştan olması, büyük bir zenginlik alametiydi o zamanlar. ve henüz betonarme devrimi icat edilmemişti. hatta ak parti kimsenin rüyasına bile girmemişti ve "inşaat ya rasulallah" naraları atacak bir müteahhit nesli bile türememişti. 

kendi halimizde küçük kovanağzı caddesinde ikamet eden garibanlardık. ben okula giderdim, abimler tekmili birden sanayide çırak veya kalfaydılar. her akşam yağlı paslı halleriyle eve gelirler ve onlar gelince eve huzur ve mutluluk gelirdi. sıkı çocuklardık. komşu kızlarıyla çeşmeden bakışarak kaş göz işareti yapanlar vardı aramızda. platonik aşklarıyla "akasya pastanesinde" buluşma hayalleri kuranlarımız da. ama hepsi çok masum ve çocukçaydı. çünkü hiç kimse namahrem birinin elinden tutmaya dahi cesaret edememişti. 

ben en küçüktüm ve büyüklerimin büyümesini görmek için bir ömür boyu gözlem yaptım. sonra yaşım ilerleyince gözlem işlerine ara versem de "geçmişin geleceği finanse etmesi" gibi eski hikayeler ışığında mevcut durumları daha iyi anlamlandırma imkanım oldu. anlamlandırma biraz manevi tarafı ağır basan bir kavram olduğundan bunu "açıklama" ile ifade etmem daha doğrusu olur sanırım. kendimi ne kadar açıklayabildiğim konusunda ise hala derin analizler yapıyorum. "ben kimim" ve "bu dünyada, kovanağzı mahallesinde geçen yıllarımın anlamı neydi" sorusuna cevap aramaya devam ediyorum. 

çok iyi bildiğim bir şey var bu hikayede: hepsi güzel günlerdi. sobanın etrafına beş aç oğlanın doluşarak o güzel kadının pişirip önümüze koyacağı yemekleri beklemememiz bile çok güzeldi. çok fakirlik çektiğimizi hatırlıyorum ama hiç aç kaldığım hatırıma gelmiyor. çünkü "o güzel kadın" ne yapar ne eder hepimizi doyururdu. maddi gıdalar bitince manevi gıdalarla takviye ederdi. "sakın başkasının malına göz dikmeyin" diye sıkı sıkı tenbih ederdi ve komşunun bahçesinden bir kaç kayısı çağlası indirdiğimde mideme, anneme ihanet etmiş olmanın vicdan azabını yaşardım. 

şimdi her şey geride kaldı. bir gün hepimiz geride kalacağız kuşkusuz, o bitmek bilmeyecek sandığımız hatıralar gibi. iyilikler baki kalacak ve birbirimize iyiliği tavsiye ettiğimiz günleri hayırla yad edeceğiz.

biraz evin gelinlerinden bahsedeyim yeri gelmişken. kebiz yengemin gelinlik maceralarını hatırlamıyorum. ya dünyada yoktum ya "güzel kadının" karnında idim. çünkü en büyük yeğenim ile aramızda bir yaş kadar var. o yüzden uzun yıllar "abi" diye hitap etti. ama sakallarım çıkmaya başlayınca birden "amca" oluverdim. şaka bir yana, zatı şahanelerinin gözünde ne zaman amca olduğumu hatırlamıyorum. neyse, biz gelinler faslına devam edelim. 

ilk gelinimiz yeğren village'dan transferimizdi ve yıllardır annemin dışında evde bir dişi kuş görmediğimiz için bize büyük bir yenilik olarak geldi. çok kısa sürede hepimize sağlam bir kız kardeş ve yeri doldurulamayacak bir abla oluverdi. annemin de gözdesi idi. erken emeklilik vesilesi oldu aynı zamanda. diğer faziletleri yanında iskambil oynama konusunda çok yetenekli olduğunu hatırlıyorum. annemin yetişemediği tüm işleri yaptı kısaca ve tüm boşlukları doldurdu. 

ardından, ihsaniye district semalarından ikinci gelinimiz evimize teşrif ettiler. doğal olarak ilk yengemiz kadar "geniş ailenin ihtiyaçlarını karşılama" konusunda yetenekleri gelişmemişti ama onunla çok sıkı bir dostluk kurduğumu ve "sırdaş" denebilecek kadar yakın bir çelebilik yaptığımı hatırlıyorum. "bir evin bir kızı" olması sebebiyle "inek sağma" ve bahçe işleri ile ilgilenme konusunda yeterli değildi ama ben de onun yerine bazı işlere el atarak destek çıkıyordum. 

sonra üniversite okumak üzere ayrıldım kovanağzı'ndan... küçük bir dünya turu yapmış olsam da sonradan, hala 34 yıl önce başlamış olan ankara muhabbeti bitmiş değil. sonu hayr olsun! 

gölbaşında, yeni mekanda yeni bir kovanağzı ruhu inşa edebilir miyim bilmiyorum ama o ruhun, bütün aile efradıyla sonsuza kadar devam etmesi en büyük temennim...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yaşar nezihe bükülmez, hayatı-şiirleri

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi...

cumhuriyet meselesi

Tepeden aşağıya doğru devlete ve topluma yeni bir biçim verme projesi olarak hayata geçmiş olan cumhuriyet fikri, aradan geçen 101 yıla rağmen toplumun bir çok dindar-muhafazakar damarında halen oldukça düşük bir nabızda atmaya devam ediyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri, nizam-ı kadim adı verilen, en az bin yıldır tahkim etmiş ve son bir kaç asırdır üzerinde çivi bile oynatılmasına bilinçli biçimde karşı çıkmış bir zihniyetin her halükarda ve ısrarla galip geldiğini düşünüyor olagelmesi sayılabilir. Zira, kılcallarda büyük bir titizlikle, olanca temkinlilik haliyle ve idris küçükömer usta’nın deyimiyle doğucu-abdülhamitçi rotada ilerlemeye devam eden bu paradoksal hal, okumuş bazı kesimlerin zihinlerini de esaret altına almaya devam ediyor. Oysa “Alternatifiniz neydi beyler” diye yöneltilecek bir sorunun muhtemelen berrak bir cevabı yok. Hilafet, şeriat, saltanat ya da bunların herhangi bir kombinasyonunu savunmak için hem hikayenin başında hem de günümüzde elimizde yeterli kanıt...

Konya'da Kürt Var mı?

imam hatip ortaokulda iken sınıfımıza aksanı bizden farklı iki çocuk geldi, biri kulu'dan diğeri cihanbeyli'den gelen kürt arkadaşlarımızdı bunlar. cihanbeyli'li olan ağabeyli köyünden diğer arkadaşımız kulu akyaka'dandı. aklımda nasıl kalmışsa köylerine kadar hatırlıyorum. cihanbeylili olan, ibrahim akyel adında karizmatik matematik öğretmenimizin hemşehrisi idi aynı zamanda. "kimse bize dokunmaz" diye düşünmüş olmalıyım ki cihanbeylili arkadaş, matematik sınavında yazılı kağıdımı göstermemi istedi sınav esnasında. ben de arka sıradan çok fazla çekiştirince "hır gür çıkmasın" diye sınav esnasında kağıdımı gösterdim. ertesi gün ibrahim hoca geldi ve farklı iki öğrenciden kağıtlarımızı karşılaştırmalarını istedi. sanırım bu öğrencilerden birisi de, sınıfın parlak öğrencilerinden ve hali hazırda selçuklu belediye başkanı olan, halen irtibat halinde olduğumuz ahmet pekyatırmacı dostumuz idi. konumuza dönersek; bizim adil sağ olsun bende noktasına kadar ...