Ana içeriğe atla

Yaşar Nezihe Bükülmez (Hayatı ve Şiirleri)


 
YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ
(Yaşar Nezihe Hanım)
(17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971)
İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır.
Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hilâl-i Ahmer'e iş işlemiş. Savaş yıllarında komşuların mektuplarını yazmış. Sunî çiçekler yapıp satmış. Proleter şair olarak anılır. Aydınlık Dergisi yazarlarından Yaşar Nezihe, hayatına ve eserlerine ilişkin olarak şu özet açıklamayı yapar

“İki kitabım var. “Bir Deste Menekşem” 1915’te Marifet Kütüphanesi tarafından yayımlandı. “Feryatlar”ımın neşir yılı da 1924’tür. Dört dosya dolusu şiir yazmışım. Bazıları bestelenen 250’den fazla şarkım var. Hayatım yazmakla geçiyor. Tecvit, Karabaş, Mızraklı İlmihal, Tuhfe-i Vehbi manzum kitaplarını ve Fuzûlî’yi bir-iki kez okudum ve bir-iki nazire yazdım. Vaktimin çoğunu kasnak işlemekle ve kitap okumakla geçiririm. Hayatta çok çektim. Hayatım baştanbaşa facia ile geçti.”

Taha Toros

Taha Toros Bey, kadın şairler konusunda bir kitap hazırlamaktadır. Yaşar Nezihe'nin Feryatlar'ını okumuştur. Çeşitli gazete ve dergilerde rastlamıştır adına ve şiirlerine, Martin Hartmann'ın 1919 yılında yayımladığı Dichter Der Neuen Türkei adlı kitabında dan.

Aylarca iz süren Taha Bey, 4 Temmuz 1934 günü Aksaray Oruçgazi sokaktaki 4 numaralı evin kapısını çalar. Kapıyı açan kadının Yaşar Nezihe Hanım olamayacağını, belki hizmetçisi olabileceğini düşünür. Yanılmıştır. Kapıyı açan Yaşar Nezihe'dir. Bulmuştur ya artık, günlerce konuşurlar. Taha Beye güvenmiştir Yaşar Nezihe Hanım. İçini döker ona. Evrak-ı metrukesini(2) sunar...

Silivrikapı'da bir adı da Hünkâr İmamı Sokak olan Hünkârbeğendi sokakta bir viranede doğar Yaşar Nezihe (17 Ocak 1880), Babası belediye kantarcısı Sarhoş Kadri efendidir, annesi ise Kaya Hanım. Tatar asıllı eşinin adını beğenmeyen Kadri Efendi ona Eda ismini lâyık görmüştür. Zavallı Kaya/Eda; beş kız doğurduktan sonra 1886 yılında 25 yaşında rahmetli olacaktır. Beş kızdan yalnızca üç numara yani Yaşar Nezihe yaşayacaktır, ama ne yaşayacaktır...
Viranede Yaşar Nezihe ve babasından başka iki kişi daha vardır. Kötürüm ve zalim bir amca ile titiz ve geçimsiz bir teyze. Gençlik çağında yaşadığı bir aşka ömür boyu sadık kalmış olan bu teyze, aşkını ve başka ünlü aşkları anlatmış geceler boyu küçük Yaşar Nezihe'ye. Hem de şiirleriyle, şarkılarıyla...

Okul çağı gelir. Babası okumasına karşıdır. Kendi başına okula giden Yaşar Nezihe. Der ki Hoca Hanıma:

-Ben öksüzüm Hoca Efendi beni de okutun.

Sınıf arkadaşları ona "kendi gelen" adını lâyık görürler. Durumu öğrenen babası onu döver ve evden kovar. Bir komşuya sığınır Yaşar Nezihe. Müthiş bir okuma hırsı vardır, ama beş parası yoktur. Dere kenarlarından Papatya, Ebegümeci Tohumu toplayıp aktarlara satar, kazancının 40 parasını hoca hanıma, 40 parasını da kalfaya verir. Bir yıl kadar sürer bu. Gördüğü bütün tahsil budur.

Komşu kızlardan dikiş nakış öğrenen Yaşar Nezihe, kazandığı parayı taş baskısı aşk kitaplarına yatırır. Aşk kitapları okuya okuya bir genç kız olur.

Yıl 1896. Babası sokaktan geçen birini, Hilmi Çavuş'u gösterir Yaşar Nezihe'ye.

- Seni ona vereceğim, der. Her gün karakolun önünden geçer Yaşar Nezihe. Birkaç kez göz göze gelir Hilmi ile. Bakışarak, gözleriyle sevişirler. Bir gün de bohçacı kadın bir mektup getirir Hilmi'den. "Gonca dehanım, muhabbetli sultanım" diye başlayan bir mektup. Daha sonraları alacağı yüzlerce mektubun yanında bu ilk mektubun yeri bir başka olacaktır. Ne var ki Hilmi'sine kavuşamayacaktır Yaşar Nezihe.

İlk şiiri 1895 yılında Malûmat Gazetesi'nde yayımlanır. Mazlume ya da Mahmure adıyla. Daha sonra Terakki, Hanımlara Mahsus Gazete, Sabah, Menekşe, Kadın Yolu, Kadınlar Dünyası, Aydınlık gibi gazete ve dergilerde yıllarca yazacaktır. Aydınlık'ta oğlu Vedat da yazacaktır bir zaman.

Babasını arzusu ile evlendiği ilk kocası Atıf Zahir, tam 27 yaş büyüktü Yaşar Nezihe'den. Nikâhtan sonra gelip onların viraneye yerleşmişti. İçgüveysi olmuştu. Bir yıl sonra, çocuğu olmuyor diye boşadı onu, daha önce üç kez evlenmiş ama baba olamamış Evkaf kâtibi Atıf Zahir.
İkinci kocası bir mühendisti, Mehmet Fevzi bey. Altı yıllık evliliklerinde altı ay kadar ancak beraber oldular. Bu arada üç çocukları oldu ve bir gün mühendis bey de Yaşar Nezihe'yi terk etti gitti. Yıl 1910 idi. Suat ve Sedat gıdasızlıktan öldüler. Yaşar Nezihe, 1915 yılında bir haber aldı mühendis beyden.

"Ağır hasta imiş, beni evine çağırıyordu. Hiç titremeden gittim. Karyolasında son dakikalarını yaşıyordu. Benim elimden bir yudum su istedi. Arzusunu hemen yerine getirdim. Suyu içtikten sonra yaşlı gözlerle;

- Beni affet Nezihe, dedi. Beynimde, beş yıllık sürünmenin, onun yüzünden fidan gibi iki çocuğumu kaybetmenin tartışmasını yaptım. Çektiğim acılarla nasırlaşmış kalbimin son cevabını verdim:
- Affedemem... Üç saniye sonra gözlerini kapadı. Avucumun içindeki eli buz gibi soğudu, ölmüştü"
Üçüncü evliliği ancak elli gün sürmüştü. Üçüncü kocası hikâyeci, gazeteci ve tahrirat kâtibi Yusuf Niyazi Beydi. Sanki şeytan tüyü vardır çapkın Yusuf Niyazi'de, belki on kez evlenmiştir. Aslında tanışmaları eskidir, hatta iki yıl da nişanlı kalmışlardır on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında; ama babasının gözü bu efendiyi tutmamış ve vermemiştir Yaşar Nezihe'yi ona. Nasipmiş ki iki yıl nişanlı kalıp ayrıldıktan yıllar sonra evlenirler (10 Temmuz 1912)
Alır Cide'ye götürür Yaşar Nezihe'yi. İki arısı vardır orada, onları da getirir eve. Dayanamaz Yaşar Nezihe bu ayıba. İstanbul’a döner ve boşanmak için mahkemeye başvurur ve boşanır. Çok direnir amma boşanmamak için Yusuf Niyazi. Boşansalar da mektuplaşırlar, nişanlılıklarında mektuplaştıkları gibi. Bir sepet dolusu mektup kalmıştır Yusuf Niyazi'den ona kala kala...

Yeniden evlenebilmek için ne diller döker o mektuplarda Yusuf Niyazi bir bilseniz. Anlaşılan Yaşar Nezihe'nin inceliğini hiçbir kadında bulamamıştır.

Acılara, yoksulluğa, açlığa, iğnesiyle ve şiirleriyle dayanır. Komşularının cephedeki erkeklerine mektuplar yazarak da üç beş kuruş kazanır. İki kez intihara kalkışır. Oğlu Vedat'ı okutur.

1912 yılında koleradan ölen babasından 1924 yılında 50 kuruş aylık bağlanır Yaşar Nezihe'ye. Bu gecikmiş ve komik aylığı gazetelere yolladığı protesto mektuplarıyla kınar. Mürettipler Grevi'ni anlatan şiiri ve bu grev sırasında yaptığı bir konuşma yüzünden soruşturma da geçirir. Allahtan Nezihe Muhittin Hanımın ilgisi sayesinde kurtarır kanundan paçayı. Soyadı kanunu çıkınca da BÜKÜLMEZ soyadını alır. Gerçekten de yenilmez yıkılmaz bükülmez ve tam doksan bir yıl yaşar. 5 Kasım 1971'de göçer dünyadan.

Eserleri:
Bir Demet Menekşem (Marifet Matbaası 1913 veya 1915)
Feryatlarım (Vatan Matbaası 1924)

Çok sayıda şiir ve yazısı ise gazete ve dergi sayfalarında kalmıştır.


ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER


AŞKIM EBEDİDİR

Aşkım ebedidir, erecek sanına zevale,
Dönsem elem-i kahr-ı firakınla hilale.

Bigâne-i gamdım seni ben görmeden evvel
Ettin bugün eğlencemi feryad ile nale,

Sevdimse seni safvet-i vicdan ile sevdim:
Bir lâhza bile düşmedim ümmîd-i visale,

Etmez mi eser kalbine feryadı hazinim?
Kâfir bile giryan oluyor şimdi bu hale.

Kim derdi kader dûr edecek birbirimizden
Eyyamı saadet dönecek böyle hayale.

Aylar, seneler böyle firakınla geçerde
Hâla seni zalim, edemem Hakka havale!

Feryad ederek ağlar ise çok mu Nezihe,
Düştü yine bir sahili yok bahr-i melâle.


MECNUN İSEN EY DİL SANA LEYLÂ, MI BULUNMAZ

Mecnun isen ey dil sana Leylâ, mı bulunmaz
Bu goncaya bir bülbül-ü şeydâ mı bulunmaz

Sun şerbet-i lâl-i lebin ağyara vefasız,
Saki mi bulunmaz bana, sahbâ mı bulumaz

Arz etimiyorum âleme âlâmı derunum,
Yoksa bana bir mahremi sevda mı bulunmaz

Bir sen misin âlemde tabîb, illet-i aşka,
Teşhisi dile başka etibba mı bulunmaz

Al aşkını, ver gönlümü Allah için olsun
Dil vermek için dilberi rânâ mı bulunmaz

Mes’ud edecek kimse seni yoksa Nezihe
Meşgul edecek bir sürü hulya mı bulunmaz


GÜL RUHLARINI GONCA-İ ZİBAYA DEĞİŞMEM

Gül ruhlarını gonca-i zibaya değişmem
Endamı dîlâranızı tubaya değişmem.

Virane nişîn olsam, emin ol ki seninle
Ben meskenimi tarımı balaya değişmem.

Tenha gecelerde beni eyler müteselli,
Baykuş sesini bülbülü şeydaya değişmem.

Peymane'i sem nûş ederim saki-i gamdan
Bir katresini bir dolu sahbâya değişmem.

Sen naz ile gözler süzüp ettikçe tebessüm
Bir handeni vallahi bu dünyaya değişmem.


 EKMEK VE KÖMÜR İHTİYACI

Satıldı evlerin eşyası hep bir ekmek için
Ne yaptı millet acep bu azabı çekmek için
Kiminde kalmadı yatmak için yatak yorgan
Şaşırdı yollarını genç kadınlar oldu zelil
Eden bu milleti alçaktır böyle sefil

Başka bir şiirinden...

Nezihe halkı feryadıyla taciz eylese çok mu
Ki aşka füştüğü günden beri rüsvay-ı âlemdir

Başka bir şiirinden...

Ah ü feryadın Nezihe kimse taayüp eylemez
Bi-vefa bir yâre meftun olduğun âlem bilir

  
UTANSIN

Bahçıvanın suçu ne ki
Gül solduysa hazan utansın

Duyup kalbimin feryatlarını
Bülbüller ağlamaya utansın

Ben ışıl ışıl bir yıldız idim
Düştüysem yere gökyüzü utansın

Gül soldu ise hazan utansın
Cürmü ne ki bağban utansın

Duysun da figan-ı kalb-i zarım
Zar etmeğe bülbülan utansın

Bir ahter-i şuledar idim ben
Düştüm yere asman utansın

Çiğnenmedeyim cuyuş-i gamla
Bu halime hakdan utansın

Oldumsa zelil teessüf etmem
Zillete koyan zaman utansın

Şimdi siperim belâ-yı kahra
Bi-laneyim aşiyan utansın

Faş etmez idim bu raz-ı aşkı
Afaka çıkan figan utansın

Feryadım ederse halkı bizar
Bundan bana ne cihan utansın

Şu haline bak utan diyorlar
Ol afet-i bi-aman utansın

Çeşmimden akan sirişk-i ale
Baksın da sebep olan utansın

Bu şiir-i hazini Neziha
Duysun da şairan utansın

Notlar:

(1) Baktım ama bulamadım. Şark Eşya Pazarı, eski bir yer adı olsa gerek ve günümüzde kullanılmayan (adı değişin ya da yok olan) bir pazar adı sanırım. Kaynak doğrultusunda yeniden düzenlenecektir.
(2) Kişiye özel, hayatıyla ilgi belgelerin, dökümanların genel adı.
Yazılar verilen kaynakçanın dışında yeninden düzenlenip, derlenmiştir. Başka şiir örnekleri eklenmiş ve yazım hataları düzeltilmiştir.

Kaynakça:
Taha TOROS: Mazi Cenneti (İletişim 1992)
Burak BARUTÇU: Bedbaht Bir Şairin Feryatları. (Nar sayı 6, Kasım Aralık 1995)
SOMBAHAR Kadın Şairler Altarı (ÖZel Sayı Ocak Nisan 1994)
Güngör GENÇAY: (Evrensel Kültür, Mayıs 1998)
www.sozluk.sourtimes.org
www.antoloji.com
www.urfahaber.net



SÖYLESİN

Çektiğim âIâmı, çeşmi giryebarım söylesin,
Şiddeti sevdamı kalbi nalekârım söylesin.

Ey Tabib! Sorma bana, derdi dilin esbabını,
Bî mecalim, git o yar-ı canşikârım söylesin!

Öyle bir me’nûs sevdanın esiri olduğum,
Alemi taciz eden feryad-u zarım söylesin!

Ben bu mihnetlerle ifna-i hayat eyler isem,
Mevtimi cânânıma hâki mezarım söylesin!

FUZULİ'YE...

Dilimde sadhezar zahm açtı cânâ tîr-i müjgânın,
Dema dem gözlerim dökmekte şimdi yaremin kanın.

Ne mühlik derde düştüm, sabrı müşkül, çaresi düşvar
-Emînim.- faide vermez bana tedbir-i Lokmanın.

Şermesar eyledim bülbülleri nâlemle gülşende,
Bütün güller kızardı, andeliban kesti efganın.

Cefasından sefalar his ederken bir zaman dehrin
Sedası ruhuma vermekte kasvet şimdi mürgânın.

Sana ben isterim derd-i dîli şerh eylemek ama,
Elim değmez sirişkim silmeden tutmağa dâmanın.

Senin hüsnün, benim aşkım cihana şayi olmuştur
Gülü sensin, hezarı ben miyim gülzarı irfanın?

Neler çektim, neler çekmekteyim hâlâ senin çün ben
Hayatım buldu pâyân, ermedi pâyâna hicranın.

İşittim: Buseçîn olmuş feminden dün gece ağyar
Yine vad-ı vefa etmiş leb-i lal-i dürrü efşanın.

Şikâyet etme ahımdan sakın, ağyara bî insaf,
Ne mümkün zapt-ı ah etmek görünce vech-i tabanın!

Vefalar vâd edip sonra reva mı kahr u zulm etmek,
Dökerken eşk-i firka titremez mi söyle vicdanın?

Bugün sen nerdesin? Ben nerdeyim, nerde geçen demler?
Akar çeşmim yaşı geldikçe yâde ahdü peymanın.

Geçersen destime bil ki halasın gayri mümkündür.
Bırakmam saîdem kat etseler elden girîbanın. 

Bana benzer eminim sevdiğim, aşıkların çoktur,
İçinde var mı bilmem ben gibi münkad-ı fermanın?

Sana kâr etmeyen zarım eder kâfirleri giryan,
0 taş kalbinde ah bilmem ki yokmu zerre imanın?

Fedayı can edersem rah-ı aşkında eğer bir gün,
Tefahhürlerle göster, bîvefa ağyara kurbanın.

Emin ol gözlerim mevti dem-i vuslat gibi her dem,
Lüzumu kalmadı sensiz bana şimden geri cânın.

Yetiş ey mevt yetiş, kurtar beni gamdan tehassürden!
Çekilmez oldu zira mihneti, âlâmı devrânın.

Süruru şevk ile herkes eder ilânı hürriyet;
Esiri sade ben mi kaldım Allahım bu zindanın?

Eğer ister isen olmak belâyı aşktan azade,
terk-i can et, terk-i cevr etmezse cânânın.


NİHANSIN

Nihansın hayli demdir dideden ey nur-u çeşmânım
Nihayet ver firaka, bitti zira sabr-u sâmânım.

Tabipler çaresinden derdimin kat’ı ümid etti,
Yetiş, mevt gelmeden evvel ki, ben bîmar-ı hicranım.

Melâmet seng-i ağyarın, vücudum eyledi tahrib,
Senin tamirine muhtaç bu kalb-i zarı viranım.

Niçin bilmem gülersin nale vü feryadıma karşı,
Değil mi calib-i rikkat acep hali perişanım?

Geçirttin ömrümü gurbette bin türlü meşakkatle
Sana «Canım! » dedikçe sen de oldun düşman-ı canım.

Firaş-ı gamda hicranınla gün günden tebah oldum.
Tenezzül etmedin teşrife bir gün beyti ahzânım.

Cefakârsın, riyakârsın, bana el, ellere yarsın,
Seni sevdiğime yüz bin kere şimdi pişîmanım.


ELEM DAKİKALARI

Layık mı hicran ile ömrüm güzer etsin?
Gelsin melekülmevt bana, mahvü heder etsin.

Bar oldu hayatım bana, çıksın bu tenimden,
“Bir âlem’i kutsiyete doğru sefer etsin! ”

Âlâm’ı tehassürle geçer leylü naharım,
Bîçare gönül neyle def-i keder etsin?

Beyhude fiğan etme gönül, rahmedecek yok,
Mümkün müdür ahen dile feryat eser etsin?

Kim eyler ise ahımı, feryadımı ta’yip,
Allah! dilerim halini benden beter etsin.

Kaynak: http://www.gnoxis.com/yasar-nezihe-hanim-siirleri-27674.html (19.02.11)


FİRKATİNLE

Firkatinle yareler açtın dîl-i sûzânıma,
Yokmu rahm’in merhametsiz ahıma, efganıma?

Gördüğüm günden beri didarını divaneyim,
Çâre-sâz’ım çare bul, gel derdi bîpâyânıma.

Öyle bir derde düşürdün kim ser-i âzâdemi,
Kaldı hayrette etibbay’i cihan dermanıma.

İmtidad-ı iftirakın, öldürür bir gün beni,
Girme — Allah aşkına olsun — yazıktır kanıma.

Sevdiğim affet beni, cürmüm seni sevmek ise,
Bir zavallı aşıkım, bakma benim isyanıma.

Olduğum günden beri mehcuru didarın inan,
Uyku girmez bir dakika ağlayan çeşmânıma!

Gam, keder, hicran, elem, mihnet, enisim hemdemim,
Girmedi bir gün meserret gülbe-i ahzânıma.

Zaru zarım küncü gamde yok halâs imkânı ah!
Pençe-i mihnet sarılmış pâyıma, dâmânıma.

Bak Nezihe’yi ne hale koydu derd-i hasretin,
Gayrı cevretme emin ol safveti vicdanıma!

GÖNLÜM

Düştü bir vefasız cânâna gönlüm,
Başladı feryadı efgana gönlüm,
Her güzelden aldı bir derin yara,
Uslanmadı gitti divane gönlüm.
Encâmı, derdini tabibe açtı,
Çünkü muhtaç oldu dermana gönlüm.
Bana bahsetmesin kimse sevdadan,
Dinlemiyor artık efsane gönlüm.
Meyden meyhaneden lezzet almıyor,
Şimdi her neş’eye bîgane gönlüm.
Alemi zarınla eyleme taciz,
Gelmez o bî insaf imana, gönlüm.

GÖNLÜME HİTAP

Düşme beyhude yazıktır bu kadar zara gönül
Halini arz edemezsin yine dildara gönül!
Gülüyor hüznüne, âlâmına canan yine sen,
Ne için yalvarıyorsun o sitmkâra gönül?
Etme feryat ile biganelere sırrını faş,
Acımaz kimse senin haline biçare gönül!
Sanma kim hunu sirişkin edecektir tesir,
0 sitemkâr, o cefakâr, o riyakâra gönül!
Gördün ol mahı likayı yine rüyada bu şeb.,
İtiraf eyler iken aşkını ağyara gönül!
Eyleme gayri Nezihe bu kadar nushu itap,
Kendini etmiş esir afeti hunhara gönül!


GÖZÜMDE YOK

'Benim olmayana'

Gel ey peri’i nevbahar, baharı feyzbara bak,
Gezüp çemende naz ile şu cevvi neş’edara bak,
Bahara şarkı söyleyen hezarı nağmekâra bak,
Geçen baharı yad edüp geçirdiğin bahara bak,
Bizi garik-u hüzn-ü gam eden şu ruzigâra bak.
Gözümde sensiz âlemin süruru yok, sefâsı yok,
Cihanda çünkü her şeyin bekası yok vefası yok,
Zavallı hasta gönlümün tabîbi yok, devası yok,
Tehassürünle ruzu şeb bu aşıkın bükâ eder,
Sen olmayınca ey peri hayattan iştikâ eder!

Gözümde yok çemen, çiçek nesimü subh-u bîkarar
Gözümde yok şükûfelerle arzı süsleyen bahar,
Gözümde yok cihanı nağmesiyle dolduran hezar
Gelir garab sedası sem’ime nidayı andelip.
Tehassürünle ağiatır beni bu baht-ı bî nasip
Gözümde yok sema deniz, ne renk renk olan sehab.
Gözümde yok tulû, gurup ne afitab, ne mahitab
Süruru sensiz alemin beni eder mi neş’eyab?
Gözümde yok semadan arza yağsa nesve sürur,
Gözümde yok kamer cihanı her şeb etse garikü nur.

Gözümde yok çemenlerin ruh feza hadaratı,
Gözümde yok bu yıl bütün çiçeklerin letafeti,
Ne güllerin teraveti, ne kuşların şetareti,
Gözümde yok bu alemin sefası, zevki neş’esi,
Ne gülleri, ne sünbülü, ne lâlesi, menekşesi…
Eder melâlimi efzun semada hep sitareler,
Kanar tehassürünle açtığın sinemde yareler,
Bu derde kaldı çaresiz ne rütbe varsa çareler,
Yetiş bu zahmı nâ ilâca çare bul tabîb’i dil,
Akan sirsk’i âlâmı o nermin ellerinle sil,

Gurub, o levha san ki ah ümidimin zevalıdır!
Tulûa baksam ağlarım, o aşkımın misalidir.
Zeminde her şükûfe sanki hüsnünün mealidir,
Ne söylesem, ne yazsam hepsi aşkımın melâlidir 
 

«Seni ele geçirmek ah! emellerin muhalidir.
Tahassürünle sevdiğim gözümde yok huzuru hab
Ne giryedir, ne gamdır ah! vücudumu eden harab
Derinde işler açtığın cerihalar ki bî hesab,
Ademlere sürükliiyor beni bu çektiğim azab,
Bu iftirak eder beni yakında bir yığın türab!

Gözümde yok sen olmayınca parlayan şu ihtiran
Gözümde yok olmayınca bil ki neşv’i cihan,
Sen olmayınca nevbahar bana hüzünlü bir hazân
Sen olmayınca gonceler gözümde bilki har olur,
Sen olmayınca hemdemim enisim ahu zar olur,
Gözüm de yok hazin hazin akan şu cû-i bâr saf,
Çemenlere çiçeklere nigâhım etmez in’ıtaf,
Sana bu aşkı safmı ne yolda etsem itiraf,
İnanımyorsan ey peri, melâli kalbi zarıma!
Düşersem hasretinle bâke, yâr geI mezarıma.


KALBİMİ YIKTIN TEMELDEN

Kalbimi yıktın temelden, pek harab ettin bu şeb,
Dide-i giryanımı mahrumu hâb ettin bu şeb.

İçtiğim her bir kadeh bir zehri hiçran oldu ah!
Sen niçin ağyar ile nûş-u şarab ettin bu şeb?

Geldiğim dem nezdine görmek için didarını
Rüyuna giysularını döktün nikab ettin bu şeb

Muntazırken bir cevabı lütfuna biçare dil,
“Sevdiğinı, ruhum! ” diye gayra hitab ettin bu şeb

Neş'elerle handerizi aşk olup ağyarı sen,
Badeler sundun elinle, neş'e yab ettin bu şeb.

Pembe pembe oldu rühsarın görünce halimi,
Sonra kendi ettiğinden, sen hicab ettin bu şeb.

Olmadım bir lütfa şayan, ağladım pek çok zaman
Vuslatınla sen rakibi kâmiyab ettin bu şeb.

Hep senin yadınla ben ta subhadek kan ağladım
Sen ise ellerle seyr-ü mahitab ettin bu şeb.

Kollarımı bâlîn, kucağım müsterinken her gece
Sine-i ağyarı zalim câme-hâ ettin bu şeb.


LEYLAK

Bir zaman güllerin, menekşelerin,
Aldanıp rengi buyı safvetine.
Ettim ömrü şebabımı tesmim.
Yâdı kalbimde bir azabı elim!

Ebedi sandığım o neş’elerin,
Yasıl oldum bugün nihayetine.
Yalnızım lane’i melâlimde,
Ararım sanma! Bir nedim-i hayat;

Gülse karşımda serteser ezhar.
Beni etmez gariki şevk’i mesar,
Her çiçek piş’ü infialimde,
Okuyor bir neşide-i heyhat!

Basarak sinegah’ı şefkatime
Yavrumu, başka bir sefa bulurum.
O tebessüm nisar dudaklarını,
Gonca’i nevbahar dudaklarını,

Gark edüp buse’i muhabbetime.
Yare’i kalbime deva, bulurum.
Koklamam gayrı lâle, gül, zambak
Yine tekrar zehirlenir ruhum.

Sinem üstünde bir sevimli çiçek,
Neşri buyu vefa eder gülerek...
Bana kâfi değil mi bir leylak?
Ben o leylakla kalmak istiyorum!


NE HACET

'Gönlüme Hitab'

Ey dil! yar için minnete, ağyara ne hacet.
Bir gonca için hidmete, bin hara ne hacet!

Bir gün gelecek, kalmıyacak namı nişanım;
Feryadiyle eyyamını emrârâ ne hacet!

Yıkdıysa «muhendis» seni tamir edecektir,
Sabret hele biraz daha, mimara ne hacet!

Sem nuş ederim, mey yerine dest'i felekten
Şimdengeru peyınane'i serşare ne hacet.

Dil verdim ise ben sana döndüm mü dinimden
Ver gönlümü zalim bana azara ne hacet!

Vechimden âyân mı? değil âlâmı derunum
Cana sana derd-i dil'i tekrara ne hacet.

Hem vaad'ı vefa eyledin, hem etmedin incaz
Şahittir Hüda sevdiğim inkara ne hacet.

Zarın, dil'i zarın ediyor zarını müzdad
Bülbüt! .. bu kadar, bir gül için zare ne hacet.

Çek gayri tabiba! elini zahm’ı sinemden,
Bin türlü eziyet, dil'i bimara ne hacet!

Gül, oyna, geçir vaktını şadeyle N eziha,
Beyhude yere eşkini iynare ne hâcet! ..


NEŞESİNDEN Bİ HABER

M. Refik Beye

Neş’esinden bi haber dîl, âlemi meyhanenin,
Zehr içenler lezzetinden anlâmaz peymânenin.

Anladım âlâmı kahrından halâs imkânı yok,
Hasılı mihmanı oldukça bu mihnethanenin.

Daima cevr ü cefadır âşinâdan çektiğim
Lütfunu çok gördüm inkar eyleyemem biganenin.

Her kime tâzim’i hürmet eyledimse bî riya
Dinledim onlardan her bir türlüsün efsanenin.

Sor bana kahr-ı meşak gurbeti, ben söyleyem,
Arkasından çünkü çok gezdim o âb u dânenenin.

Ben de sevmiştim, sevilmiştim emîn ol bir zaman
Ben de çekmiştim gamın sevdayı mecnunanenin.

Aldı encâm ecel benden ne müthiş intikam,
Kalmadı nâm u neşatı sevgili cânânenin.

Bir sedayı hatifî bu mısraı tekrar eder,
Hâke düşmektir nasîbi daima dürdânenin.

Gıpta eylerken felek kâşane’i ikbâlime,
Sâkini oldum nihayet gamlı bir viranen

Şimdi âlâm-ı maîşetle harab olmaktayım,
Çaresi bilmem nedir bu hal-i bedbahthanenin?

Âlemi bizar eder miydim Neziha bî sebep
Zaptı mümkün olsa feryad-ı dîl-i divanenin!


NEDİR

Aşıkı mahveylemek mi maksadın cânâ nedir?
Lütfun eylerken ternenni naz-u isfiğna nedir?
Sen gülersin, ben dökerken hun-u eşkin pâyına
Hiç demezsin: Maksadın ey aşık-ı şeyda nedir?
Sevmeseydim sen gibi bî mürüvvet dilberi,
Hissederdim ben de-elbet-neşve-i dünya nedir?
Hem diyorsun: «aşıkım ben, aşkı takdis eylerim»
Hem gidip ağyare aşktan ettiğin şekva nedir?
Ahmı tayib edenler bilmiyorlar, şüphesiz,
Aşk nedir? firkat nedir? Safiyet-i sevda nedir?
Lezzeti meyden bana bahsetme sâki dembedem,
Zehr içen âdem ne bilsin lezzet-i sahbâ nedir?
Salbedip ârâmımı encâm öğrettin bana:
Gam nedir? mihnet nedir? endişe-i ferda nedir?



DİLİ NÂŞÂDINIM

Dili nâşadımın ne sabrı, ne ârâmı kalmıştır,
Ne yarın lütfu, ne bahtın bana inamı kalmıştır.

Felek bezm-i sefa-i işreti gâmkâhe döndürmüş,
Ne sâkisinde var neş'e ne rengîn camı kalmıştır.

Ne gül kalmış, ne gonca hepsi pâmal-i fena olmuş
Ne gülzar-ı fenanın büIbülü nakâmı kalmıştır.

Unutturdu bana derd-i mâişet her şeyi billah,
Ne yârın hatırımda çehre-i gülfâmı kalmıştır.

Saadetlerle emrar ettiğim eyyam-ı şâdi'nin.
Bugün pâytanı yok, hüznü, gamı, âlâmı kalmıştır.

Kederler, giryeler, gamlar, teessürler enîsimdir,
Bana mihnetten, hicrandan acep pervâmı kalmıştır.

Nezihe! bekleme subh-u vîsâli, kat'ı ümit et.
Geçen subh-u sefanın bu siyah akşamı kalmıştır.

BİR PERİNİN AŞKINA DÜŞTÜM

Kesriyeli Muhammed Sıtkı Beye...

Bir perinin aşkına düştüm, çok efgan eyledim,
Râz-ı aşkı çok zaman kalbimde pünhân eyledim.

İstemezdim âleme ifşayı sevda eylemek,
Zaptı mümkün olmayan âhımla ilân eyledim.

Dahil-i bezm-i vîsali olmadım ol dilberin,
Sinemi beyhude sûzan, eşkimi kan eyledim.

Gelmedi ol seng-i dîl bilmem nedendir rikkate?
Ağladım, âh ettim, istimdad-ı derman eyledim!

Düştüm encâm firakiyle beyaban gama,
HâI-î mecnunaneme Mecnunu hayran eyledim.

Her kimi sevdimse cevr etti Neziha bî sebep,
Ben bu baht-ı zalime bilmem ne isyan eyledim?

-son-
daha ne olsun?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dünyanın Tüm Bayramları Geri Dönülmezdir!

Dünyanın Tüm Sabahları adlı ünlü film, sinema, müzik, estetik ve aşkı buluşturur. 17. yy sonlarında Fransa’da, sarayda başlayan filmde saray müzisyeni, büyük bir salonda kederli bir halde öğrencilerine ders verirken mutsuz bir ruh hali ile konuşuyor. Çok saygı duyduğu ustasından söz etmeye başlıyor. Büyük bir viyola sanatçısı olan ustası, karısının ölümünden sonra çiftliğindeki kulübede inzivaya çekilmiş halde iki kızıyla yaşamıştır. Bazen karısını yanında hayal eden, ona aşkını koruyan ustası, saraydan aldığı teklifi düşünmeden ilkeleri uğruna geri çevirir. Bu ilkeler, saray müzisyenliği yapmamak, müziği sarayın emrine sokmamak, müzikte şan-şöhret aramamak gibidir. Bir gün genç bir müzisyen gelir yanına ve onu eğitmeyi belli şartlarla kabul eder ama genç, ustasının ilkelerini çiğner ve saraya müzisyen olur. Film, günümüz insanına ve ahlaki tercihlerine atıfta bulunuyor, yaşama nasıl bir anlam vereceğimizle ilgileniyor. Ne için yaşadığımız veya çalıştığımızı, sanatı neden ve kim için y

Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler

  Mehmet Dikkaya   Künye: Mehmet Dikkaya, “Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler”, Türk Yurdu , Ağustos 2023, ss. 16-22. Türkiye ekonomisinin yüz yılında birçok temel değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Sektörel ve yapısal bazda meydana gelen bu değişimin bir sonucu olarak yüz yıl sonunda ekonomik açıdan bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştır. Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası karşılaştırmasında hayal edilen bir ekonomik yapının varlığından söz edilemez. Lakin içinden geldiğimiz coğrafya ve dezavantajlı bir başlangıç seti oluşturan tarihsel arka plan düşünüldüğünde bu manzara küçümsenmeyecek bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Bu savı ispatlamak için evvela önceki yüzyıllardan kalan mirasa odaklanmak yerinde olacaktır. Osmanlı’dan Kalan Miras Osmanlı’nın klasik döneminde (1300-1600) iktisat ve siyaset dengesini koruyup geliştiren bir düzene sahip olduğu, toprak, esnaf sistemi ve ticaretin birey, toplum ve devletin ihtiyaçları arasında dengeyi kurmaya odaklandığı a