Ana içeriğe atla

O başka bu başka (mı)?

 


Tarihin bir vaktinde, kendilerine bin yüz akademisyen adı verilen bir grup insan, yaşadığı ülkede gerçekleştirdikleri bazı eylemler dizisi vesilesiyle bir hayli ses getirmişti. Sonradan kendisine yapılanlara karşı "mağdur" edebiyatı yapan sabık bir başbakan bile bu konuda "tutuklu yargılamalar" dışında imzacılara yönelik pek çok eleştiri yöneltmişti. İşin içinde "devletin kendini haklı bir şekilde savunması" olunca diğerlerine fazla söz düşmez ve bütün itiraz sesleri bir şekilde bastırılır. "Söz konusu vatansa", yöntemler teferruatlaştırılarak meşrulaştırılır ve bu trajik tablodan neşet edecek uzun vadeli sonuçlar pek önemsenmez. oysa insanlar gibi toplum da sadece zeka ile değil akıl ile de süslenmeli ve ona göre davranış kalıpları geliştirmelidir. 

Türkiye için 21. yüzyılın en uzun yılı (şimdilik) sayılan 2016 kışında bir bildiriye dönüşen bu olaylar silsilesi sonrasında üniversiteler hareketlenmeye başlamıştı. Hemen yüksek yerlerden, bu bildiriye imza atanların kendi kurumlarında cezalandırılması ile ilgili talepler gelmeye başlamıştı. Herkes kendi demokratik tutumuna ve bu vakıanın "üniversite adı verilen kurum ile kurduğu ilgiye bağlı olarak" değişen hatt-ı hareket geliştirdi. Kısaca, bildiri bireysel olarak devletin operasyonlarına tek taraflı bir suçlama getiriyor ama daha sonra anayasa mahkemesi'nin de "ifade özgürlüğünün ihlali" (Karar Tarihi: 26 Temmuz 2019) şeklinde değerlendirmesinden de anlaşılacağı üzere bir terör propagandası içermediği halde kopan fırtına türkiye'nin yakın siyasi tarihine en azından "lüzumsuz fazladan mesailer zinciri" olarak geçmişti...

İşte bu günlerden birinde yüksek öğretim yönetiminden gelen soruşturma açma ve cezalandırma (!) işlemi yapma talebini hayata geçirmek için kolları sıvayan bir üniversitemizin fakültelerinden birinde yönetim ve disiplin kurulundaydım. on yıla yakındır sürdürdüğüm bazen bir işe yarayan bu üyelik vesilesiyle çok şey öğrendiğimi itiraf etmeliyim. öğrendiklerimden birisi de bu hikayeye adını veren "o başka bu başka" polemiğine şahit olmamdı. sonradan daha da gelişen (bu gelişmede bir ilerlemenin vaki olmadığı açıktır) ve trajik uzantıları ile birlikte belli sosyal gruplara yönelik linç eylemlerine dönüşen bu polemiklere yönelik aradan geçen onca zamanda gözle görülür bir vicdani muhakeme süreci yaşanmamış olmasının ise "bu topraklarda yaşayan her tür topluluk ile ortak gelecek hayalleri kurma" bağlamında başımızı öne eğmemize neden olacağı açıktır. 

Nitekim pek çok insan gelişmeleri futbol maçı izler gibi seyrederken memleketi için "birlik" hayalleri kuran az sayıda birey, büyük bir fırtınanın yaklaşmakta olduğuna dair sinyalleri almaya başlamıştı. elbette fırtınanın on yılda bir bu gariban ülkenin tepesinden dolanmaya devam eden kara bir kasırgaya dönüşeceğini düşünenlerin sayısı daha da azdı. belki de iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda kişi böyle uzun vadeli bir trajik vakıalar dizisini tahmin edebilir veya zihninde kurgulama şansına sahip olabilirdi.

Çalıştığım üniversitede bir imzacı (bu ne demekse!) olduğu haberi üzerine ve bu kişinin bizim fakültemizde bulunduğu anlaşıldıktan sonra yukarıda sayılan "soruşturma" faslı gecikmeksizin hayata geçirilmeye çalışıldı. soruşturmacıdan gelen "bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası" üzerine disiplin kurulu üyeleri arasında hararetli bir tartışma yaşanmaya başladı. olaya daha vicdani ve "görevsizlik" bağlamında yaklaşma eğiliminde olan az sayıdaki kişi dışında genel eğilim "vurun abalıya!" şeklinde özetleniyordu.

Bir kenardan izlediğim ve 2016 kışında tanık olduğum bu tuhaf manzara karşısında doğal olarak kayıtsız kalamazdım. hemen hemen tamamının muhafazakar kimliklerine şahit olduğum kurul üyelerinin, bir meslektaşlarını, kendilerini savcı yerine koyarak bir iddianame hazırlayıp ardından yargılayarak cezaya mahkum etmeleri karşısında şaşkınlığım maksimum düzeye ulaşmıştı. Benim bireysel düşüncem, bu olayın meslektaşımızın üniversitede gerçekleştirdiği eylemler dışında kaldığı ve  görevimiz alanında olmadığı halde talimatla böylesi ağır bir ceza önermenin akademik onur ve özerkliği ihlal ettiği şeklindeydi.


devam edecek...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yaşar nezihe bükülmez, hayatı-şiirleri

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi...

Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler

  Mehmet Dikkaya   Künye: Mehmet Dikkaya, “Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler”, Türk Yurdu , Ağustos 2023, ss. 16-22. Türkiye ekonomisinin yüz yılında birçok temel değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Sektörel ve yapısal bazda meydana gelen bu değişimin bir sonucu olarak yüz yıl sonunda ekonomik açıdan bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştır. Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası karşılaştırmasında hayal edilen bir ekonomik yapının varlığından söz edilemez. Lakin içinden geldiğimiz coğrafya ve dezavantajlı bir başlangıç seti oluşturan tarihsel arka plan düşünüldüğünde bu manzara küçümsenmeyecek bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Bu savı ispatlamak için evvela önceki yüzyıllardan kalan mirasa odaklanmak yerinde olacaktır. Osmanlı’dan Kalan Miras Osmanlı’nın klasik döneminde (1300-1600) iktisat ve siyaset dengesini koruyup geliştiren bir düzene sahip olduğu, toprak, esnaf sistemi ve ticaretin birey, toplum ve devletin ihtiyaçları arasında dengeyi kurmaya odak...

hayata bir mola olarak bayram

Nereye gittiği bilinmeyen ama inatla akmaya da devam eden hayat yolculuğunun önemli duraklarından birisi olarak bayramlar hep ilginç görünmüştür. Sadece yaşam için bir mola olması değildir bayramı cazip kılan. Aslında bizatihi hayatın önemli bir şahididir bayramlar. Çocukluk dönemlerimiz, gençlik yıllarımız, kendi ailemizi kurduktan sonra yaşadığımız dönemeçler hep bayramlar vesilesiyle hatırımızda kalmaya devam eder. Genelde bayramda alınan ışıl ışıl elbiseler, gıcır gıcır ayakkabılar, ilk servetlerimizi oluşturan harçlıklar, ilk kez karşılaştığımız akrabalarımız ve o günlere özel hazırlanmış enfes yemekler, baklavalar, börekler hep bayramların damaklarımızda bıraktığı tükenmez tatlardır. O sarmalar ki nazenin ellerde ince ince dokunmuş, o börekler ki yaprak yaprak döşenmiş, o baklavalar ki ince ince dilimlenmiş ve sevgilisiyle buluşmayı bekleyen körpe birer aşık gibiydiler. Arife günü ayakkabı alır ilk kez bayramda giymek üzere en kuytu yerde saklardık. Bir keresinde mahalleleri kola...