Babalık, aslında insanın arkasını
yaslayacağı bir güçlü kale ve bu kalleş dünyada kişinin kendini evvel Allah
güvende hissedeceği bir müessese gibi geliyor bana. Boşluğun doldurulması
meselesi de bu sırda gizli... Bu konuda ilk sırayı, geniş ailesinin onca yüküne
rağmen, yeğenleri olarak bizi ihmal etmeyen Mehmet Dayım alıyor.
Kendisinin de bir yetim olarak hayata
tırnaklarıyla kazıyıp tutunmasından mıdır bilinmez ama onun sıcaklığı ve baba
boşluğunu dolduran huzuru bir başkaydı. “İdi” diyorum; çünkü 20 yıl önce bir
kış günü kaybettik kendisini. Aradan geçen onca yıl, çocukluğumla buluşarak ruhumun
derinliklerindeki dalgalar marifetiyle onu hayırla yad etmemi engellemiyor.
Soğuk kış günlerinde annem nereden böyle
kanıya ulaşmışsa, “pazar geceleri babamın geleceğini ve bizi ruhen ziyaret
edeceğini” söyler dururdu. Biz ise sıcak bir kuzinenin kenarında pineklerken
abilerimle dayımın geleceği üzerine şakalaşır ve teselli olurduk. Bir
keresinde, sırf beni uyandırmak için “dayım geldi” şakası yapmışlar ve hemen gözlerimi
açarak doğrulmuştum. Ama bir yetimin, sinesinde yüklü olan baba özleminin
yegâne ikamesi olan bu dayıya olan ilgisini, yeryüzündeki tüm yetimlerin Sahibi
çoktan duymuş ve yürekli adamı bize doğru harekete geçirmişti bile... Beş
dakika geçmeden o arslan dayı çıkıp gelmişti bile... Evde bir bayram havası ve
mutluluk rüzgârı esmişti çoktan.
Yine gündüzleri elime konan uğur böcekleri ile iletişim kurmamda dayı faktörü çok etkiliydi. Zira ilk dileğim “Dayım gelecek mi, gelmeyecek mi!” şeklinde saymaya başlamam olurdu. Allah sizi inandırsın; ne vakit “gelecek mi” derken böcek elimden uçmuşsa, yine o koca yürekli adam aradan fazla geçmeden dibimizde bitiverir ve bize cenneti yaşatırdı adeta.
Liseye yeni geçmiştim. Onun Şeker
mahallesindeki hırdavatçı dükkânı (Yardım Hırdavat) kendimi en güvende hissettiğim
duraklardan biriydi. Orada asılı duran ve bir arkadaşının Almanya’dan Türkiye’ye
satmak üzere getirdiği mavi bisiklete gözlerimin takılı kaldığını görünce,
annemle konuşarak ne yaptı ne etti ve o bisikletin üzerine oturttu beni.
Yıllarca liseye onun hediyesi bisikletle adeta uçarak gidip geldim. Bir
seferinde fazla uçmuş olmalıyım ki geceleyin bir çukura 2-3 metrelik bir
yüksekliğe çıktıktan sonra düşüvermişim. Kafada altı dikişle durumu toparlasam
da o “göbekten vitesli” ve adeta taş gibi mavi bisiklet, uzun süre en kıymetli arkadaşım
olmaya devam etti…
Başka “babalık eden” çok kıymetli
insanlar oldu ve çoğu şimdi rahmete gitti. Bunlardan birisi de yine “dayı”
diyerek hürmeti esirgemediğimiz ve buna fazlasıyla layık olan Abdullah Karakaya
idi. Hayırsever ve yürekten bir adamdı. Ortaokul’da Hacıveyis yurdunda merdivenlerden
çıkarken karşılaştım bir keresinde. Yurda bir ambulans bağışlamak için
uğramıştı koca insan, sık yaptığı hayır işlerine ek olarak. Bir tebessümü bana
dünyaları vermişti. Bu arada ayaküstü uzattığı harçlık sayesinde kendimi Forbes
zenginler listesine girmiş gibi hissettim desem yeridir.
Her ikisi de baba dostlarıydı. Yani
babanın gölgesi ve hatırası sonra da üzerimde huzur etkisi oluşturmaya devam
etmişti.
Bu yürekli insanlar, diğer iyilerle
birlikte göçüp gittiler…. Ruhları şad olsun! Onlardan öğrendiğim şey, bir
yetimin başını okşamanın ne derece büyük mutluluk kaynağı olabileceği idi.
Ömrüm boyunca nerede bir yetim görsem bu tür çağrışımlar yaptı zihnimde
sürekli…
Gökten süzülen bir uçağa bakarak ve
mutlaka orada birilerinin sizi duyacağına inanarak; “Uçaaaak! Babama selam
söyle!” diye boşluğa bağıran bir yetimin çağrışımları oldu bunlar!
Aklıma bunlar geliverdi işte bir Babalar
Gününde…!
Bütün babaların ve bu kutsal misyonu iyi
yürüten amca, dayı, akraba-i taallükatın hayırla yad edilmesine vesile olması
dileğiyle…
Babalar gününüz, en baba şekilde kutlu olsun!
21 Haziran 2020
Mehmet Dikkaya
Yorumlar