Ana içeriğe atla

Uğur Böceğim!



Bugün Babalar Günü ve ben 4 yaşımda iken yitirdiğim babamla ilgili fazla bir hatıraya sahip değilim. Onun yerine, yetim geçen çocukluğumda bana gerçek babalık yapanları yad etsem, sanırım öz babam darılmaz. Sonuçta onunla ayrılığımız planlı bir durum değildi veya kimsenin bunda bir kusur yok.

Babalık, aslında insanın arkasını yaslayacağı bir güçlü kale ve bu kalleş dünyada kişinin kendini evvel Allah güvende hissedeceği bir müessese gibi geliyor bana. Boşluğun doldurulması meselesi de bu sırda gizli... Bu konuda ilk sırayı, geniş ailesinin onca yüküne rağmen, yeğenleri olarak bizi ihmal etmeyen Mehmet Dayım alıyor.

Kendisinin de bir yetim olarak hayata tırnaklarıyla kazıyıp tutunmasından mıdır bilinmez ama onun sıcaklığı ve baba boşluğunu dolduran huzuru bir başkaydı. “İdi” diyorum; çünkü 20 yıl önce bir kış günü kaybettik kendisini. Aradan geçen onca yıl, çocukluğumla buluşarak ruhumun derinliklerindeki dalgalar marifetiyle onu hayırla yad etmemi engellemiyor.

Soğuk kış günlerinde annem nereden böyle kanıya ulaşmışsa, “pazar geceleri babamın geleceğini ve bizi ruhen ziyaret edeceğini” söyler dururdu. Biz ise sıcak bir kuzinenin kenarında pineklerken abilerimle dayımın geleceği üzerine şakalaşır ve teselli olurduk. Bir keresinde, sırf beni uyandırmak için “dayım geldi” şakası yapmışlar ve hemen gözlerimi açarak doğrulmuştum. Ama bir yetimin, sinesinde yüklü olan baba özleminin yegâne ikamesi olan bu dayıya olan ilgisini, yeryüzündeki tüm yetimlerin Sahibi çoktan duymuş ve yürekli adamı bize doğru harekete geçirmişti bile... Beş dakika geçmeden o arslan dayı çıkıp gelmişti bile... Evde bir bayram havası ve mutluluk rüzgârı esmişti çoktan.

Yine gündüzleri elime konan uğur böcekleri ile iletişim kurmamda dayı faktörü çok etkiliydi. Zira ilk dileğim “Dayım gelecek mi, gelmeyecek mi!” şeklinde saymaya başlamam olurdu. Allah sizi inandırsın; ne vakit “gelecek mi” derken böcek elimden uçmuşsa, yine o koca yürekli adam aradan fazla geçmeden dibimizde bitiverir ve bize cenneti yaşatırdı adeta.



Liseye yeni geçmiştim. Onun Şeker mahallesindeki hırdavatçı dükkânı (Yardım Hırdavat) kendimi en güvende hissettiğim duraklardan biriydi. Orada asılı duran ve bir arkadaşının Almanya’dan Türkiye’ye satmak üzere getirdiği mavi bisiklete gözlerimin takılı kaldığını görünce, annemle konuşarak ne yaptı ne etti ve o bisikletin üzerine oturttu beni. Yıllarca liseye onun hediyesi bisikletle adeta uçarak gidip geldim. Bir seferinde fazla uçmuş olmalıyım ki geceleyin bir çukura 2-3 metrelik bir yüksekliğe çıktıktan sonra düşüvermişim. Kafada altı dikişle durumu toparlasam da o “göbekten vitesli” ve adeta taş gibi mavi bisiklet, uzun süre en kıymetli arkadaşım olmaya devam etti…

Başka “babalık eden” çok kıymetli insanlar oldu ve çoğu şimdi rahmete gitti. Bunlardan birisi de yine “dayı” diyerek hürmeti esirgemediğimiz ve buna fazlasıyla layık olan Abdullah Karakaya idi. Hayırsever ve yürekten bir adamdı. Ortaokul’da Hacıveyis yurdunda merdivenlerden çıkarken karşılaştım bir keresinde. Yurda bir ambulans bağışlamak için uğramıştı koca insan, sık yaptığı hayır işlerine ek olarak. Bir tebessümü bana dünyaları vermişti. Bu arada ayaküstü uzattığı harçlık sayesinde kendimi Forbes zenginler listesine girmiş gibi hissettim desem yeridir.

Her ikisi de baba dostlarıydı. Yani babanın gölgesi ve hatırası sonra da üzerimde huzur etkisi oluşturmaya devam etmişti.

Bu yürekli insanlar, diğer iyilerle birlikte göçüp gittiler…. Ruhları şad olsun! Onlardan öğrendiğim şey, bir yetimin başını okşamanın ne derece büyük mutluluk kaynağı olabileceği idi. Ömrüm boyunca nerede bir yetim görsem bu tür çağrışımlar yaptı zihnimde sürekli…

Gökten süzülen bir uçağa bakarak ve mutlaka orada birilerinin sizi duyacağına inanarak; “Uçaaaak! Babama selam söyle!” diye boşluğa bağıran bir yetimin çağrışımları oldu bunlar!

Aklıma bunlar geliverdi işte bir Babalar Gününde…!

Bütün babaların ve bu kutsal misyonu iyi yürüten amca, dayı, akraba-i taallükatın hayırla yad edilmesine vesile olması dileğiyle…

Babalar gününüz, en baba şekilde kutlu olsun!

21 Haziran 2020

Mehmet Dikkaya

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yaşar nezihe bükülmez, hayatı-şiirleri

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi...

Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler

  Mehmet Dikkaya   Künye: Mehmet Dikkaya, “Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler”, Türk Yurdu , Ağustos 2023, ss. 16-22. Türkiye ekonomisinin yüz yılında birçok temel değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Sektörel ve yapısal bazda meydana gelen bu değişimin bir sonucu olarak yüz yıl sonunda ekonomik açıdan bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştır. Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası karşılaştırmasında hayal edilen bir ekonomik yapının varlığından söz edilemez. Lakin içinden geldiğimiz coğrafya ve dezavantajlı bir başlangıç seti oluşturan tarihsel arka plan düşünüldüğünde bu manzara küçümsenmeyecek bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Bu savı ispatlamak için evvela önceki yüzyıllardan kalan mirasa odaklanmak yerinde olacaktır. Osmanlı’dan Kalan Miras Osmanlı’nın klasik döneminde (1300-1600) iktisat ve siyaset dengesini koruyup geliştiren bir düzene sahip olduğu, toprak, esnaf sistemi ve ticaretin birey, toplum ve devletin ihtiyaçları arasında dengeyi kurmaya odak...

hayata bir mola olarak bayram

Nereye gittiği bilinmeyen ama inatla akmaya da devam eden hayat yolculuğunun önemli duraklarından birisi olarak bayramlar hep ilginç görünmüştür. Sadece yaşam için bir mola olması değildir bayramı cazip kılan. Aslında bizatihi hayatın önemli bir şahididir bayramlar. Çocukluk dönemlerimiz, gençlik yıllarımız, kendi ailemizi kurduktan sonra yaşadığımız dönemeçler hep bayramlar vesilesiyle hatırımızda kalmaya devam eder. Genelde bayramda alınan ışıl ışıl elbiseler, gıcır gıcır ayakkabılar, ilk servetlerimizi oluşturan harçlıklar, ilk kez karşılaştığımız akrabalarımız ve o günlere özel hazırlanmış enfes yemekler, baklavalar, börekler hep bayramların damaklarımızda bıraktığı tükenmez tatlardır. O sarmalar ki nazenin ellerde ince ince dokunmuş, o börekler ki yaprak yaprak döşenmiş, o baklavalar ki ince ince dilimlenmiş ve sevgilisiyle buluşmayı bekleyen körpe birer aşık gibiydiler. Arife günü ayakkabı alır ilk kez bayramda giymek üzere en kuytu yerde saklardık. Bir keresinde mahalleleri kola...