Ana içeriğe atla

özyönetim olmadan özdenetim olmaz (mı)?


Böyle derdi rahmetli Cevat Geray hoca 1990’larda SBF’deki derslerinde. Türkiye’nin Toplumsal Yapısı dersi olmalıydı sanki. O dönemde finallerde nadiren yapılan mülakat sınavlarından birinden kalma yukarıdaki cümle dilime dolandı son zamanlarda. Adamcağızın (Cevat hoca) dekanlığını elinden alıp yetmez gibi 1402’likler listesine koyan zalim bir merkezi yönetimin (12 Eylül yönetimi) kol gezdiği zamanların tecrübesi ile muhtemelen daha durağan ve dingin bir görüntü arzediyordu Hoca.

Hoca’nın uluslararası tecrübesi ve naif tavrının, pek çok konuda THY ile rekabet ettiğini düşünen SBF öğrencilerinin ilgisini çektiğini söyleyemem. Sağdan soldan veya ortadan pek çok burnu havalı SBF’linin sonradan “zihin dünyasında yarattığı balonların bir bir patlaması”nın sonucu olarak, Hoca’nın yarım asrı çoktan aşmış bir hayat tecrübesinin ve bu tecrübenin ürünü olan öz cümlelerinin hafife alınmaması gerekiyordu oysa.

Söz açılmışken başka bir paradoksal hali de, özellikle merkez sağ çevrelerden çıkarak patır patır Mülkiye’ye akan genç jenerasyonun öztürkçe takıntılarında gözlemliyorduk. Bendenizin de aralarında bulunduğu İHL mürekkebi yalamış arkadaşlar nezdinde ise bu tercih asla affedilir bir durum değildi.

Ne demekti “ekin” kültür dururken? Maddi dururken özdeksel? Manevi varken tinsel? Yok daha neler! Latince ve Arapça yerleşik kelimeler varken neden öztürkçe konusunda bu kadar ısrar ediyordu bu insanlar? Uzunca süren bir yaşam tecrübesinden sonra öztürkçe tercihinin herhangi bir sorun teşkil etmeyeceğini anlayacaktık ama bu sonuç altı yıl önce yaşamını yitirmiş emektar hocamızın hayatta iken öğrenemeyeceği bir gelişme idi. Öyle ki, Kur’an ezberler gibi ancak “Ekin, bir toplumu oluşturan özdeksel ve tinsel ögelerin bütünüdür” babında standart replikler kalırdı hafızalarımızda ancak.

Canciğer arkadaşlarımızdan bazıları bankalara, bazıları bürokrasiye, çok azı özel sektöre ve kalanı da akademiye doğru yönelim gösterdi. Hemen hepsinin sonradan karşılaşacağı sorunlardan birisinin bu yazının başlığındaki iki özlü kelime olacağı daha sonra anlaşıldı. Yerelleşmeyi vurgulayan ve bireysel insiyatiflerin geliştirilmesi gerektiğini öneren bu kalıbın (özyönetim ve özdenetim ilişkisi) ne denli önemli olduğu daha sonra mülkiyeli her tür mezunun başının belası olacak bürokratik merkeziyetçilik meraklıları veya güç temerküzü heveslilerinin mantar gibi patlak verdiği ortamlarda anlaşılacaktı.

Nitekim prens Sabahattin’in temsil ettiği yüz yıllık bir fasılanın ardından 1980’li yıllardan itibaren yerelleşme veya adem-i merkeziyetçilik yönünde yeniden ortaya çıkan eğilimlere dair kazanımların silinip süpürülmesine neden olacak şekilde aniden hortlayıveren ters akım, rahmetli Cevat Hoca’nın söylemlerini alabora edecek kadar büyük oldu.

Özellikle DPT merkezli bürokratik merkeziyetçiliğin bıraktığı enkaz birden (tam da birden değil ama son on yılda iyice perçinlendiği konusunda yaygın bir kanaat var) sönmüş küllerinden dirildi. Frankeştayn gibi hortladı ve Cevat hocalarını zamanında önemsemeyen her tür siyasi yönelime sahip mülkiye mezunlarını negatif yönde etkilemeye devam ediyor. Her yanı saran minik diktatörler, yanaşmacılıktan güç alan otoriter bürokratlar ve varlığı bizatihi özgür düşünmenin önünde büyük engel olan ve aslında YOK olan kurumsal yapılanmanın bir ucuna tutunmuş bürokratik mekanizmanın minik kralları etrafımızda arz-ı endam ediyor.

Esnek olacağı ve verimliliği artıracağı yönünde başlangıçta serdedilen onca söylemleri ortadan ikiye ayırırcasına bölen böylesi merkezi bir hiyerarşik ağın, ağ sahipleri başta olmak üzere hemen hemen bütün yararlanıcılar için kabusa dönüştüğü eyyamda şimdilerde kimsenin özyönetim ve özdenetim derdi olacağını sanmıyorum.

Ekonomik manzara, kerameti kendinden menkul ve kafası oldukça karışık bir merkezi zihniyete teslim. Siyaset paramparça bir vaziyette ve gerek yorgun demokrat görünümündeki iktidarı gerekse devlet memuru formatında yürüyen hımbıl muhalefet sayesinde gelecek vadetmiyor. Halkın talepleri karla karışık yağmurlu biçimde geçiştirilip öteleniyor. Kurumlar çalışıyormuş gibi yaparken merkezi yönetim onlara maaş ödüyormuş gibi yapmaya devam ediyor. 2003-2023 döneminde dolarizasyon oranlarındaki değişimi inceledim dün. Bu kavram, piyasadaki yabancı paranın toplam para miktarı içerindeki oranını ölçer. 2003 başında ölçülen, 2012’de %15’lere düşen ama günümüzde %60 oranına ulaşan miktara vasıl olmuşuz en sonunda. Vuslat sona ermiş görünüyor şayet kavuşmak için bu oran hedef olarak belirlenmişse bir zamanlar dillerde pelesenk olan.

2012’de makul hale gelen ekonomik manzaranın, enflasyonist eğilimlerin bir türlü sakinleşmediği son beş yılda yeniden tanınmaz hale gelmesinin miladını, kuşkusuz her zaman iddia ettiğim gibi “maaşımızı dolar ile alıp almadığımız” sorusuna muhatap olduğumuz eyyam-ı matem oluşturmaktadır.

Hak Teala’dan, kurumsal, yerel, şeffaf, denetlenebilir ve her şeyden önce denetleme fikrinin gerekliliği konusunda yeterince olgunlaşmış bir toplumsal-politik yapıyı inşa etmemiz için bize yol göstermesini dileyerek sözlerimi bitirmek istiyorum bu mübarek günlerde. Ramazan bir yana (her yıl uğruyor sağ olsun aksatmadan) 109 yıl önce toprağın bağrına gömdüğümüz 252 bin yiğit şehidin hatırına yaşadığımız türbülanstan kurtulma duası ile de duamızı perçinleyelim. Çanakkale zaferimiz kutlu olsun! Şühedaya rahmet ve mağfiret, torunlarına basiret ve feraset dileklerimle…

18 Mart 2024

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Zaten %40 kalmış, Resmi dolarizasyona geçelim, MB de kurtulsun HMB de merkeziyetçiler de, Millette...

Bu blogdaki popüler yayınlar

yaşar nezihe bükülmez, hayatı-şiirleri

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi...

Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler

  Mehmet Dikkaya   Künye: Mehmet Dikkaya, “Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler”, Türk Yurdu , Ağustos 2023, ss. 16-22. Türkiye ekonomisinin yüz yılında birçok temel değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Sektörel ve yapısal bazda meydana gelen bu değişimin bir sonucu olarak yüz yıl sonunda ekonomik açıdan bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştır. Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası karşılaştırmasında hayal edilen bir ekonomik yapının varlığından söz edilemez. Lakin içinden geldiğimiz coğrafya ve dezavantajlı bir başlangıç seti oluşturan tarihsel arka plan düşünüldüğünde bu manzara küçümsenmeyecek bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Bu savı ispatlamak için evvela önceki yüzyıllardan kalan mirasa odaklanmak yerinde olacaktır. Osmanlı’dan Kalan Miras Osmanlı’nın klasik döneminde (1300-1600) iktisat ve siyaset dengesini koruyup geliştiren bir düzene sahip olduğu, toprak, esnaf sistemi ve ticaretin birey, toplum ve devletin ihtiyaçları arasında dengeyi kurmaya odak...

hayata bir mola olarak bayram

Nereye gittiği bilinmeyen ama inatla akmaya da devam eden hayat yolculuğunun önemli duraklarından birisi olarak bayramlar hep ilginç görünmüştür. Sadece yaşam için bir mola olması değildir bayramı cazip kılan. Aslında bizatihi hayatın önemli bir şahididir bayramlar. Çocukluk dönemlerimiz, gençlik yıllarımız, kendi ailemizi kurduktan sonra yaşadığımız dönemeçler hep bayramlar vesilesiyle hatırımızda kalmaya devam eder. Genelde bayramda alınan ışıl ışıl elbiseler, gıcır gıcır ayakkabılar, ilk servetlerimizi oluşturan harçlıklar, ilk kez karşılaştığımız akrabalarımız ve o günlere özel hazırlanmış enfes yemekler, baklavalar, börekler hep bayramların damaklarımızda bıraktığı tükenmez tatlardır. O sarmalar ki nazenin ellerde ince ince dokunmuş, o börekler ki yaprak yaprak döşenmiş, o baklavalar ki ince ince dilimlenmiş ve sevgilisiyle buluşmayı bekleyen körpe birer aşık gibiydiler. Arife günü ayakkabı alır ilk kez bayramda giymek üzere en kuytu yerde saklardık. Bir keresinde mahalleleri kola...