Eskiden zelzele derlerdi adına. Aslında hadise esnasında olan bitenlerle gayet uyumlu bir kelime. İleri-geri ve/veya yukarı-aşağı yönlü hareketleri anla(t)mak için gayet uygun. En son ve en büyük olanının üzerinden üç hafta geçmiş olmasına rağmen Türkiye insanına, önceki üç haftalarda oluşmuş dengelerin hemen hemen tamamını değiştirmeye yetecek kadar malzeme sunuyor.
Bölgeye iki kez gittim bu süre içinde ve gördüklerim kelimelere sığmaya yetecek bir sıklet taşımıyor ne yazık ki! Ya kovboy filmlerindeki, ünlü bir haydut çetesinin geleceğini haber alan kasaba halkının evlere ve sığınaklara çekilip meydanı bir kaç köpeğe bıraktıkları manzarayı anlatıyor manzara veya bilim kurgu filmlerinde kullanılan nükleer saldırı yaşamış ölü kentleri hatırlattı gördüklerim. Yapay film setlerinden en önemli fark ise, izlenen manzaranın tamamıyla gerçek olması. Kentin önceki halini bilenlerin, bir kaç kez gözlerini ovuşturup "bu gerçek olamaz" demesine neden olabilecek kadar trajik bir gerçek vardı ortada. Üstelik bu gerçekliğin üzerine hüzün saçan sadece her köşe başında karşınıza çıkan veya kolkola vermiş ve nizami sıralanmış binaların arasında aniden bir tanesinin tabiri caizse "ben oynamıyorum" diyerek halkadan çıkıvermesi ve tuzbuz oluvermesi değil... Enkazın altında can çekişme aşamasının hangi noktasında olduğunu kestiremediğimiz insanların varlığını bilmek ama onları çıkarabilmek için hiç bir şey yapamamak daha büyük bir ıztırap oldu.
Geniş bir bölgede aynı anda yaşanan bu büyük felakette, insanların olağanüstü hallerde kendisine el uzatsın diye kazançlarından bir kısmını vergi olarak verdikleri "mekanizmanın" hızla meydana gelen bu hal karşısındaki sorumluluğunu ne kadar idrak edip etmediği tartışmalarına fazla girmeyeceğim. Zira gözlemlerime göre bizim gibi orta büyüklükte bir ekonominin tek başına altından kalkabileceği bir yük bulunmuyor karşımızda. Halen de "kuyruğu olanca gücümüzle dik tutma çabalarımıza rağmen" kısa sürede kendi imkanlarımızla içinden sıyrılabileceğimiz bir sarmalla karşı karşıya değiliz. Belki de Avrupa'daki irili ufaklı 8-10 ülkenin güçlerini birleştirerek ancak altından kalkabileceği bir manzara duruyor önümüzde. Tek büyük avantajımız, nefretimizi uç noktada yaşamamıza benzer şekilde dayanışma ruhu söz konusu olduğunda bunda da sınır tanımamamız görünüyor. Aksi halde diğergam fertlerin hiç tanımadıkları kişilere, yine tanımadıkları insanlar aracılığıyla oluk oluk yardım akıtmasını izah etmek olası görünmüyor. Hele bu gün okuduğum Hatay merkezli bir deprem gözlem serisinde en etkili iki sivil toplum kuruluşunun (Menzil'e yakın Beşir Derneği ile Türkiye Komunist Partisi) bulunduğunun ifade edilmesi çok ilginç göründü gözüme. Bize göre hangi uçta olursa olsun bir millet ruhunun var olduğunu gösteriyor bu coğrafyada. Harabeye dönen şehirlerden büyük kentlere akın eden insanları misafir etmek için, cem evinin yemek çıkardığı, katolik kilisesinin dağıtımı üstlendiği Mersin ve Ankara'daki benzer merkezlerin alicenap tavırları, yıllardır içimde kanayan bir yara olan ayrıştırıcılığın değil birleştiricilik macunun bu ülkede daha fazla üretilebileceğini ispat ediyor.
Bu noktada "mal-can-namus emanet etmek üzere bizzat var ettiğimiz örgütlü yapı itibarıyla" sorumluluk katsayımız daha yüksek sanki. Çok yakın zamanda Elazığ'da yaşanılan ve daha yıkıcı olanlarının her an başa gelebileceği konusunda kuşkunun olmadığı bu konuda parmağımızın yeterince tetikte olmadığı anlaşıldı maalesef. Yüzeysel ve "başarılı" gibi gösterilen tatbikatların, kitlesel bir önlem alma söz konusu olduğunda yeterli olmadığı artık iyice anlaşılmış görünüyor.
Yerleri asla doldurulamayacak onbinlerce ciğerparenin avucumuzdan kayıp gitmesinin acısına, istatistiklere göre kayıtlı işgücünün %10'undan fazlasının bölgedeki 11 ilde bulunması da eklenince tek başına ortaya çıkabilecek ekonomik-beşeri kayıpların boyutları daha iyi anlaşılıyor. Ekonomik kayıpları bir şekilde telafi etsek bile, psikolojik travmaların yol açtığı duygu dünyasındaki kayıpların telafisi on yıllar alacaktır. Zira 17 Ağustos 1999'da depreminin merkezi olan Gölcük'e 100 km uzaklıkta ikamet etmeme rağmen o gece yaşadıklarım çeyrek asırdır hafızamdan silinmemişse, şimdiki kıyamet senaryosuna maruz kalanların psikolojik hallerini tahmin bile edemiyorum.
Son sözüm, bir hayli kabarık görünen faturanın kesilmek istendiği kesimlere dair olsun. Şayet 85 saniye içinde, terör yüzünden son elli yılda kaybettiğimiz insanımızdan daha fazla kayıp yaşamışsak, bütün belediyelerin imar birimlerini ve yapı denetim firmalarının faaliyetlerini "askeri birlikler" gibi sıkı kontrole tabi tutmanın zamanının çoktan geçtiğini artık "lütfen" "bir zahmet" anlamamız gerekmez mi? Temizlik görevlileri çöp topladığı için ekstra bir ödemeyi nasıl hak etmiyorlarsa "belediye imar dairesi çalışanları da" hiç kusuru olmayan binalar için dahi akçal bir beklenti içine neden girerler? Sadece gözünü hırs bürümüş müteahhitlerin kontrolü ile meydana gelebilecek olası sorunların üzerinden gelmek mümkün değildir. Gözünü para hırsı bürümüş müteahit yanında gözünü "iş bitsin de bir an önce paramızı alalım" diye düşünen yapı denetim firması sahipleri ve belediyelerin "imar dairesi çalışanları" da bu gevşeklik ve zevzekliğin sorumlularıdır. Üstelik hangi siyasal partinin kontrolünde olduğu farketmeksizin hemen hemen tüm belediyelerde belirlenmiş yaklaşık rayiç bedellerdir aslında onbinlerce canın faturasının yöneleceği adres.
Tepeden tırnağa genel bir temizlik, arınma, tevbe, yatay kentleşme, imar rantçılığına son verme vs. adını ne koyarsak koyalım durulmaya ihtiyacımız çok büyük. Zira haddinden fazla dalgalanmış bulunuyoruz...
Yorumlar