Ana içeriğe atla

Kars mı, mars mı?


18 Kasım 2022

İnsan, çocukluğunu geçirdiği, sevdikleriyle dolu dolu hatıraları olduğu öz vatanını özler genelde. Bu gayet doğal olan durumun başka diyarlar için de mümkün olduğunu söyleyebilir miyiz peki! Bir akrabam, Zara’da geçirdiği günleri özlediğinden söz etmişti bir vakit. Kesinlikle haklıydı. Batıyı bilmiyorum. Ben orta Anadolu çocuğuyum ve ortalama her orta Anadolulu gibi ortasından bakarım dünyaya. Lakin memleketin doğu veya güneydoğu kısmına, ilk başta ayakları geri geri gidenlerin sonradan orada geçirdiği günlere genelde özlem duymalarının bir nedeni olmalı sanki.
Havası mı? Suyu mu? Yemekleri mi? Kurulan dostluklar mı? İnsanlık ve mürüvvet iklimi mi? Veya bunların bütünü müdür doğuyu, orada bir süre yaşayan insanların gözünde eski bir dostuna kavuşma heyecanına benzer özlem duymaya iten?
Kars’a doğru yola çıkarken 10 bin metre yukarıda bunları düşündüm. Arpaçaydaki düzlüklerde esen rüzgar okşadı sanki yüzümü. Sarıkamış’ın bembeyaz karı ve yazın bir anda zuhur ediveren yemyeşil manzarası canlandı zihnimde. Elbette eşimi ve çocuklarımı nerdeyse her hafta sonu götürdüğüm, Ruslardan kalma yüksek taş binalar ve 40-50 metre uzunluğundaki çamların arasında piknik yaptığımız Dereiçi geliverdi gözümün önüne. Ne emek çekmiştik orayı güzelleştirmek için. Dereiçi SBF koymuştuk adını.
Biraz ileride malakanlardan kalma köhne bir değirmen. Daha ilerisinde tarihi bir hamam ve az daha gidince Murat han devrinden kalma enfes bir taş köprü. Selo baba (Selahattin Gültekin) bu eşsiz manzaraların gönüllü fotoğrafçısı yıllardır. Allah selamet versin, hakiki insanlardandır. Onun eserleri, görmeyenlere bile çok şey gösterir.
Başka yüzlerce insanla kesişti yolumuz Kars’ta. Hepsiyle çoğu tatlı hatıralarımızın tadı kaldı damağımda. Bakan usta’nın döneri, büyük zavotların kaşarı, İşkembeci Ömer ustanın çorbası. Çoğu saymakla bitmez bu tür mekanların adları. Kağızmana sarkınca başka hakiki dostlar ve lezzetler bulurum. Digor’un çorak ama dingin ikliminden ne hatıralar canlanır! Ardahan, Iğdır ve Ağrı’ya, hemen her birine mutlaka uğradığım ilçelerine uzanırsa yolculuk, kim bilir daha ne güzellikler zuhur edecek hayalimde.
Tarihin emrine boyun büküp ayrılmak zorunda kalmasaydım bu gerçek hayallerin genişleyeceğine hiç kuşkum yok ama beş-altı yılda belki başka diyarlarda yirmi yılda elde edilebilecek tecrübe ve dostlukların eşi menendi olacağını sanmıyorum.
Demek iki seçenek sunsalarmış önüme; Kars’a mı yoksa Mars’a mı girmek istersin diye, birincisini tercih edecekmişim. Ve şöyle diyecekmişim uzay meraklılarına! Mars’a değil Kars’a git kardeş! Daha çok şey öğreneceksin!
Vesselam!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yaşar nezihe bükülmez, hayatı-şiirleri

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi...

cumhuriyet meselesi

Tepeden aşağıya doğru devlete ve topluma yeni bir biçim verme projesi olarak hayata geçmiş olan cumhuriyet fikri, aradan geçen 101 yıla rağmen toplumun bir çok dindar-muhafazakar damarında halen oldukça düşük bir nabızda atmaya devam ediyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri, nizam-ı kadim adı verilen, en az bin yıldır tahkim etmiş ve son bir kaç asırdır üzerinde çivi bile oynatılmasına bilinçli biçimde karşı çıkmış bir zihniyetin her halükarda ve ısrarla galip geldiğini düşünüyor olagelmesi sayılabilir. Zira, kılcallarda büyük bir titizlikle, olanca temkinlilik haliyle ve idris küçükömer usta’nın deyimiyle doğucu-abdülhamitçi rotada ilerlemeye devam eden bu paradoksal hal, okumuş bazı kesimlerin zihinlerini de esaret altına almaya devam ediyor. Oysa “Alternatifiniz neydi beyler” diye yöneltilecek bir sorunun muhtemelen berrak bir cevabı yok. Hilafet, şeriat, saltanat ya da bunların herhangi bir kombinasyonunu savunmak için hem hikayenin başında hem de günümüzde elimizde yeterli kanıt...

Tu Guli : Sen Gülsün

Kars’ta türkü akşamlarında dilimizden düşürmediğimiz bu içten türkü takılıverdi dilime birden. Yeniden nağmeleri çağladı ruhumda ve nedenini bilmediğim bir huzur kapladı içimi. Belki eski bir dosta tekrar kavuşmak, belki hüzünlü bir türküde bile huzur bulmak coşkun halimi açıklayabilirdi. Onbeş yıl önce sıkça dinlediğimiz bu yanık türkü, o zaman altı yedi yaşlarında olan kızlarımın diline de pelesenk olmuştu. “Tı guli aç baba” derlerdi. Şimdi birisi hukukçuluğa diğeri mühendisliğe yelken açmış kızlarım, o masum dünyalarında kendilerine ait anlamlar bulmuş olmalıydı. Hepsinden öte, daha öncesinde bir türkü tadında bile terennüm etme fırsatı bulamadığımız başka bir dilden (mahkemelerimizdeki tutanaklarda en azından on yıl önce “bilinmeyen bir dil” diye geçen) gönlümüze akan bu nağmeler karşısında bigane kalmak neredeyse imkansızdı. gPolitik çağrışımlardan uzak bir şekilde Allah’ın ayetlerinden birisi sayılmasına rağmen görmezden gelinen bu tartışmayı tekrar tutuşturmaya gücüm ve enerjim ...