Ana içeriğe atla

Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler

 Mehmet Dikkaya

 Künye: Mehmet Dikkaya, “Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler”, Türk Yurdu, Ağustos 2023, ss. 16-22.

Türkiye ekonomisinin yüz yılında birçok temel değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Sektörel ve yapısal bazda meydana gelen bu değişimin bir sonucu olarak yüz yıl sonunda ekonomik açıdan bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştır. Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası karşılaştırmasında hayal edilen bir ekonomik yapının varlığından söz edilemez. Lakin içinden geldiğimiz coğrafya ve dezavantajlı bir başlangıç seti oluşturan tarihsel arka plan düşünüldüğünde bu manzara küçümsenmeyecek bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Bu savı ispatlamak için evvela önceki yüzyıllardan kalan mirasa odaklanmak yerinde olacaktır.

Osmanlı’dan Kalan Miras

Osmanlı’nın klasik döneminde (1300-1600) iktisat ve siyaset dengesini koruyup geliştiren bir düzene sahip olduğu, toprak, esnaf sistemi ve ticaretin birey, toplum ve devletin ihtiyaçları arasında dengeyi kurmaya odaklandığı anlaşılmaktadır. Bu dengenin bozulması ile müdahalenin sınırlarının başladığı ve bittiği, dengeler oturuncaya kadar iktisadi hayata müdahalede gözünün kara olduğu sonra ise daha dikkatli olduğu bilinmektedir. Bu dönem, zamanın şartları ve devletin hedeflerini bir arada gözeten formüller bütünüdür. İhtiyaçlara yönelik ve arz yönlü bakan bu zihniyette ihtiyaçlar krize meydan vermeden karşılanmak istendiği için devletin ekonomiye müdahale etiği, toprağı, arazileri, loncaları ve ticareti denetlediği görülür. Coğrafi keşiflerle ve ticari kapitalizmle eşdeğer görülen Avrupa zihniyeti olan Merkantilizme göre sönük görünen bu yaklaşım, despotizme de benzetilebilecek bir yöne sahip olmasına rağmen Osmanlı için bir yaşam felsefesi olmuştur.

Nitekim temel ihtiyaçların kolayca ve ucuz biçimde karşılanmasını amaçlayan iaşe ilkesiyle ihracat zorlaşmış, ithalat kolaylaşmıştır. On altıncı yüzyılın sonlarında tımarda bozulmalar başlamasına ve toprakta alternatif çözüm arayışları gündeme gelmesine rağmen on dokuzuncu yüzyıla kadar iktisat düzeninin devam ettiği görülmüştür. Önü alınamayan içsel sorunların tımara darbe vurarak maliyeyi zaafa uğratmasının bir sonucu olarak on dokuzuncu yüzyılın başından itibaren Osmanlı, klasik düzeni diriltmeden vazgeçerek Avrupa’ya ve Avrupa kurumlarına yönelmeye başlamıştır. Diğer yandan, Avrupa’ya uyma ve temel sektörleri ayakta tutma çabası Osmanlıyı başka zorlu bir sürece sokmuştur.

On altıncı yüzyılın sonuna kadar, siyaset-iktisat uyumunda zirveye ulaşan sistemin aslında birkaç yüz yıl daha devam edebilmesi olağan dışı bir durumdur ve yönetici zümrenin gerileme nedenleri arasında sayılması için yeterli bir kanıt sunmaz. Zira altı yüzyıl boyunca bir devletin istikrarlı ve bağımsız bir şekilde varlığının nasıl sürdürdüğü üzerinde ayrıntılı olarak durmak iktiza eder. Nitekim Osmanlı iktisat tarihçisi Mehmet Genç’in kanun-i kadim (gelenekçilik) ilkesi bağlamında yaptığı yorum fevkalade yerindedir: ''Osmanlıların Batı'daki gelişmeleri çok iyi bildiklerini, fakat benimsemediklerini anladım. İslami hayatın gereği olan eşitliği sürdürmek için benimsemediler. Kimsenin aç ve fakir kalmaması için, kurdukları düzeni devam ettirmek istediler.''[1]

Buna rağmen on dokuzuncu yüzyıl, İlber Ortaylı gibi birçok tarihçinin isabetle kaydettiği gibi Devlet-i Aliye’nin en uzun yüzyılıdır ve oldukça zorludur. Toprakları koruma ihtiyacının ön plana çıkması ile sanayi devrimine uyum çabaları sonuçsuz kalmıştır. Balta Limanı başta olmak üzere Avrupa ile yapılan ticaret anlaşmaları sonucu açık pazar haline gelen bir zamanların memalik-i mahruse-i şahanesi (ekilip dikilen muhteşem topraklar) on dokuzuncu yüzyılın ortasında yaşanan Kırım Savaşı’nın faturası, yükselen dış ticaret ve bütçe açıkları, aşırı borçlanma sarmalına girme, nihayetinde Muharrem Kararnamesi (1881) ve Tütün Rejisi ile yarı sömürge bir ekonomiye evrilmiştir. Nitekim son yüzyılda kişi başına milli gelir artışı yıllık yüzde bir civarında hesaplanmıştır. Sonuçta tarım ağırlıklı, sanayisi yetersiz, insanları yoksul bir ekonomik manzara ortaya çıkmıştır. En önemli sektör olan tarımda ikili bir yapı vardır; sınaî bitkilerde (pamuk, fındık ve tütün gibi) üretim ve verim artışı gerçekleşmesine mukabil diğer tarımsal ürünlerde düşük üretim düzeyi ve teknolojik gelişme dikkat çekmektedir.

Sanayide alt yapı yetersizdir ve Teşvik-i Sanayi Kanunu (1913) sayım anketlerine göre Osmanlı sınırları içinde 282 tesis bulunmaktadır. Ağırlığı İstanbul (148 tesis %55) ve İzmir’in (62 tesis %22) oluşturduğu bu tesisler arasında büyük tesisler devlete ait (22 tesis) olup ordu ve sarayın ihtiyaçları üzerinde yoğunlaşmıştır. Çoğunluğu küçük olan diğer tesisler ise özel kesime ait ve tüketim malları üretiminde yoğunlaşmıştır. Bu yapı etrafında hayret edilecek biçimde sanayide mülkiyetin Türk-İslam payının %20, gayrimüslim-azınlık payının ise %80 civarında olduğu dikkat çekmektedir. Hizmetler sektörü ulaştırma, finans ve ticaretten oluşuyorken demiryolları yabancı sermaye arasında en önemli rekabet alanı olmuş, bankacılık ve ticarette yabancı sermaye yatırımının %82’si yoğunlaşmıştır. Örneğin Fransız-İngiliz sermayeli Osmanlı Bankası para basma imtiyazını 1930’lu yıllara kadar devam ettirmiştir.

Yüzyıllar boyunca ihracatı zorlaştırarak ithalatı kolaylaştıran bir gümrük rejimi uygulayan Devlet-i Aliye için ibrede dengenin ortaya çıkması için 1860’ları beklemek gerekecektir. Ülkede tüketim malı ihracını zorlaştırarak tüketim arzını güvence altına almayı amaçlayan bu rejimde 1855 sonrası meydana gelen dış açık genişlemesi ise dış ticaret hadlerinin bozulmasının doğal bir sonucudur. Dünyaya satılan ve dünyadan satın alınan ürün fiyatları dengesindeki bozulmanın pek doğal sonucu olan bu manzarada ihracatın ithalatı karşılama oranı %55 gibi düşük bir orana inmiştir. Cumhuriyet’in bu tarihsel koşullar göz önünde bulundurulduğunda yaklaşık olarak ajandasında nelerin olacağı da hemen hemen netleşmiştir. Öncelikle milli bir girişimci sınıf yaratma, bu sınıf eliyle sanayileşmeyi sağlama ve diğer sektörlerde de benzer bir dengeyi kurmak için gerekli adımları atmak gerekecektir. Bu minvalde ana başlıklar itibarıyla cumhuriyetin yüz yıllık ekonomik hikayesini masaya yatırmak mümkün olabilecektir.

Cumhuriyet ve Sanayileşme

Türkiye'nin ekonomik değişimi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan sanayileşme süreciyle hız kazanmıştır. İlk on yıl içerisinde milli bir girişimci sınıf oluşturma çabaları kısa sürede beklenilen sonuç vermeyince 1930’lardan itibaren Atatürk liderliğinde uygulanan sanayi planı çerçevesinde sanayi tesisleri kurulmuş, iç pazar genişlemiş, üretim artmış ve yerli sanayinin gelişimi hızlanmıştır. 1930’larda sanayi planı şeklinde ortaya çıkan bu ilerleme çizgisi Türkiye’nin tarihsel olarak gerçekleştirdiği ilk en büyük sanayileşme hamlesi olmuştur. Hem bu sektörün milli gelir payındaki sürekli artıştan, hem ihracatın onda dokuzunun sanayi ürünleri arasından teşekkül etmesi ile sonuçlanan dışa açık gelişme modelinin önemli ölçüde başarıyla sürdürülmesinden anlaşılacağı gibi, Osmanlı döneminde cılız biçimde ortaya çıkan sınai gelişmenin rövanşı Cumhuriyetle birlikte fazlasıyla alınmıştır.

Özellikle 24 Ocak 1980 Kararları ile Türk piyasalarının dünya ekonomisine eklemlenmesi ve rekabetçiliğin daha öncelikli bir ilke halinde algılanmaya başlaması ile çerçevesi şekillenen son dönemde bu sektör, katma değeri yüksek üretime ve ihracata dayalı büyümeye odaklanmıştır. Yüksek teknoloji ve ileri teknoloji yoğun sektörlerdeki üretim artışı, sanayi katma değerinin artmasına katkı sağlamıştır. Özellikle otomotiv, tekstil, kimya, makine ve demir-çelik gibi sektörlerde ihracat büyük bir öneme sahip hale gelmiştir. Sanayi yatırımlarını teşvik amacıyla çeşitli önlemler alınmış, sanayi bölgeleri, serbest bölgeler ve organize sanayi bölgeleri gibi yapılar oluşturulmuş ve bu bölgelerde yatırımlar teşvik edilmiştir. Ayrıca, yabancı sermaye yatırımlarının artmasıyla birlikte, sanayi sektöründe gelişim sağlanmıştır. Türk sanayi sektörü, aynı zamanda teknolojik yeniliklere ve dijital dönüşüme odaklanmış Endüstri 4.0 kapsamında otomasyon, robotik sistemler, yapay zekâ ve büyük veri gibi ileri teknolojilerin kullanımı yaygınlaşmıştır. Bu gelişme, sanayi üretiminde verimliliği ve rekabet gücünü artırmıştır. Özellikle savunma ve havacılık sanayii, stratejik bir sektör olarak gelişim göstermiştir. Milli savunma projeleri, yerli üretimin teşvik edilmesi, Ar-Ge faaliyetlerine yatırım yapılması ve yerli savunma sanayii şirketlerinin kurulması, sektörün gelişimine katkı sağlamıştır.

Türk sanayi sektörünün gelişimi için nitelikli işgücü ve yetkinliklere olan ihtiyaç büyük olmuştur. Bu nedenle, eğitim ve mesleki yetkinliklerin geliştirilmesine yönelik politikalar, sanayi sektörünün büyümesi için önemlidir. Üniversite-sanayi işbirliği, mesleki eğitim programları ve nitelikli işgücü yetiştirilmesi gibi girişimler, sektörün gelişimini desteklemektedir. Sanayi sektörü, sürekli olarak yenilikçilik, Ar-Ge ve teknolojik gelişime odaklanarak rekabetçiliğini artırmaya çalışmaktadır. Ancak, altyapı eksiklikleri, enerji maliyetleri ve bürokratik engeller gibi bazı zorluklar sektörün karşılaştığı sorunlardır. Bu sorunların ele alınması ve destekleyici politikaların sürdürülmesi, Türkiye'nin sanayi sektörünün daha da büyümesini sağlayacaktır.

Tarımsal Değişim

Türkiye'nin ekonomik dönüşümünde tarım sektörü de önemli bir rol oynamıştır. 20. yüzyılın ortalarından itibaren Türk tarım sektörü modernizasyon ve verimlilik artışı için gerçekleştirilen reformlarla büyük dönüşüm geçirmiştir. Tarımın mekanizasyonu, sulama projeleri, toprak reformu ve tarımsal araştırma ve eğitimin yaygınlaşmasında önlemler alınmıştır. Türkiye’nin, iklim ve coğrafi özellikler bakımından zengin bir ülke olması nedeniyle tarım sektöründe geniş bir ürün yelpazesi dikkat çekmektedir. Tahıllar, meyve ve sebzeler, yağlı tohumlar, şeker pancarı, zeytin, çay, fındık, pamuk, süt ürünleri, et ve balık gibi birçok ürün bu minvalde ele alınabilir. Tarımsal potansiyele sahip geniş tarım arazilerine, verimli topraklara ve su kaynaklarına sahip olması, ülkeye tarımsal üretim açısından önemli bir avantaj sağlamaktadır. Farklı iklim bölgeleri ve mikro iklimlere sahip olması, çeşitli ürünlerin yetiştirilmesine imkân tanımaktadır.

Diğer yandan tarım sektörü, istihdamın önemli bir kaynağı olması ve kırsal bölgelerde gerçekleşen tarımsal faaliyetlerin hala işgücünün altıda biri için önemli bir geçim kaynağı olduğu dikkat çekmektedir. Avrupa ve ABD ortalamasının bir hayli üzerindeki bu oran iktisadi verimsizliğin tarım eksenli bağlantılarına atıf yapmaktadır. Bunun önemli nedenlerinden birisi ise sektörün, genellikle küçük ölçekli çiftçilerin faaliyet gösterdiği bir yapıya sahip olmasıdır. Tarımsal üretim, aile işletmeleri ve küçük çiftlikler aracılığıyla gerçekleştirildiği için üretim tekniklerinin modernizasyonu ve verimlilik artışı açısından zorluklar doğurmaktadır. Nitekim bu tarihsel misyonu yüksek olan sektörün milli gelir içindeki payı ile istihdam payı arasında neredeyse üç kat fark bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle bir birim gelir elde etmek için üç birim istihdam koşulunun gerçekleşmesi gerekmektedir.

Diğer yandan Türkiye, iklim çeşitliliği nedeniyle bazı tarım ürünlerinin yetiştirilmesi için elverişli koşullara sahiptir. Tarım için gerekli su kaynakları, yer yer yetersiz olduğundan sulama sistemlerinin modernizasyonu ve su yönetimi politikaları, tarımın sürdürülebilirliği açısından önemli hale gelmektedir. Tarımsal ürünlerinin ihracatta önemli bir rol oynaması, meyve, sebze, tahıl, şeker, zeytinyağı, fındık, tekstil hammaddeleri gibi tarımsal ürünlerin ihraç edilmesi, tarıma dayalı sanayi kollarına girdi temin edilmesi gibi hususlar tarım sektörünü halen merkezi önemde değerlendirmeye yol açmaktadır. Buna rağmen tarımın teknolojik yeniliklere ve verimlilik artışına odaklanarak sürdürülebilir bir şekilde geliştirilmesi, altyapı yatırımları, sulama sistemlerinin iyileştirilmesi, eğitim ve teknik destek gibi faktörlerin merkezi rol oynaması Türkiye tarımının geleceği için önemlidir.

Hizmetler Sektörünün Merkeze Yerleşmesi

Türkiye tarihindeki erken dönemlerde, hizmetler sektörü daha çok ticaret ve zanaat faaliyetleriyle temsil edilmiştir. Bu dönemde ticaret yolları üzerindeki şehirlerde tüccarlar, zanaatkârlar ve hizmet tedarikçilerinin oluşturduğu pazarlar ve loncalar önemli olmuştur. Hanlar, çarşılar ve ticaret merkezlerinin gelişmiş olduğu Osmanlı döneminde hizmetler sektörü büyük çeşitlilik göstermiş, sarayda çalışanlar, tüccarlar, esnaf, zanaatkârlar, kahvehane işletmecileri, tüccar kervanlarına hizmet veren konaklar, hamamlar, çarşılar, camiler ve medreseler gibi birçok hizmet kurumu faaliyette bulunmuştur. Bu dönemde özellikle İstanbul, ticaret ve hizmetlerin yoğunlaştığı bir merkez haline gelmiştir. Buna rağmen on dokuzuncu yüzyıl kapitalizminin gerektirdiği finans ve lojistik gelişim konusunda ilerlemeler oldukça cılız kalmış ve dışa bağımlılık olgusunun en fazla geçerli olduğu bir sektör haline gelmiştir.

Cumhuriyetle birlikte hizmetler sektörü önemli bir dönüşüm yaşamış, modern hizmet sektörleri gelişmeye başlamıştır. Eğitim, sağlık, turizm, bankacılık, sigortacılık, ulaşım, iletişim, perakende ve hizmet sektörlerinde reformlar ve kurumsal yapılanmalar gerçekleştirilmiştir. Özellikle büyük şehirlerde hizmetler sektörü canlanmış ve çeşitlenmiştir. 1980'lerden itibaren Türkiye'nin liberalleşme politikaları hizmetler sektörünü daha da büyütmüş dış ticaretin liberalleşmesi, yabancı sermaye yatırımlarının artması, turizm sektöründe meydana gelen gelişmeler, bankacılık ve finansal hizmetlerin çeşitlenmesi gibi faktörler sektörün genişlemesini ve milli gelirin en büyük kalemini (%60’lar civarı) oluşturmasını sağlamıştır. Özellikle kamusal hizmet sektöründe (eğitim ve sağlık başta olmak üzere) görülen verim düşüklüğü eksenli olarak istihdam gelir dengesinde bire bir pozisyonun gerçekleştiği bu alan tarıma göre daha üretken olmasına rağmen geliştirilmeye muhtaç alt sektörleri bünyesinde barındırmaktadır.

Son dönemde bilgi ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemelerle birlikte hızla büyüyen sektörde internet, e-ticaret, dijital pazarlama, yazılım ve bilişim hizmetleri gibi alanlarda yeni iş kolları ve girişimler ortaya çıkmış, e-ticaret platformları, online hizmet sağlayıcıları ve dijital pazarlama ajansları gibi sektörlerde büyük gelişme ortaya çıkmıştır. Bu sektör, ekonomik büyüme ve istihdam yaratma açısından yaşamsal hale geliştir. Son yıllarda özellikle turizm, sağlık hizmetleri, finansal hizmetler, bilgi teknolojileri, eğitim ve danışmanlık gibi alanlarda büyük bir potansiyel olduğu anlaşılmıştır. Teksas’tan İstanbul’a sağlık turizmi seferlerinin düzenlenmesi gibi örneklerden anlaşılacağı gibi özellikle tıp hizmetlerinde ihracat potansiyeli gün geçtikçe yükselmektedir. Turizmin gelir ve kapasite yaratıcı etkisi zaten 1980’lerden itibaren, dış ticaret açığının her derinleştiği dönemde imdada yetişmeyi bilmiştir.

Dış Ticaret: Ekonomik Dinamizmin Önemli Göstergesi

Türkiye dış ticareti, pek çok sektörde dinamizmin şekillenmesinde büyük paya sahip olmuştur. İhracat açısından öne çıkan sektörler arasında otomotiv, tekstil, kimya, makine, demir-çelik, tarım ürünleri, savunma sanayii ve hizmet sektörü yer alırken ithalat enerji, hammadde, makine, elektronik eşya, otomotiv parçaları, kimyasallar, gıda ürünleri gibi birçok kategoride gerçekleşmektedir. Döviz kurunun dizginlenememesinde en önemli paya sahip olan dış ticaret açığının (deliğinin) kapatılamamasında birincil rol olan enerjide dışa bağımlılık olgusunun aşılması için diğer sektörlerde dış fazla vermenin gerekliliği gün geçtikçe daha anlaşılır hale gelmektedir. Özellikle yüksek teknoloji içerikli ve kolay taklit edilemeyen ürün ihracatının artırılması ile bilişim alanı arasındaki yaşamsal ilişkinin yönetici elitlerce hızla kavranması suretiyle yapısal reformların hayata geçmesi bu konuda kilit önemde bulunmaktadır.

Dış ticarette en büyük ticaret ortakları Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, Orta Doğu, Kuzey Amerika ve Asya iken özellikle Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa, ABD, Çin, Rusya, Irak, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle ticaret hacminin oldukça yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Özellikle Rusya ve Çin ile son on yıl içerisinde oluşan bağımlılık ilişkisi genellikle Türkiye açısından büyük dış ticaret açığı şeklinde tezahür etmekte ve önlem almayı gerektirmektedir. Gümrük birliği anlaşmaları ve serbest ticaret anlaşmalarıyla birçok ülkeyle ticareti kolaylaştıran gelişmeler sonucu bugün dünyanın her ülkesine ihracat yapabilme yetisine ulaşmış olan dış ticaret sektörü Türkiye’nin en dinamik ve aynı zamanda en fazla dengenin kurulmasının gerektiği uğraş alanını oluşturmaktadır.

Finansal Sektörün Gelişimi

Türkiye'nin ekonomik değişiminde finansal sektör önemli bir faktördür. Bu konuda özellikle 1980’lerden itibaren bankacılık reformları gerçekleştirilmiş ve finansal piyasaların derinleşmesi sağlanmıştır. Bankacılık sektöründeki yenilikler, sermaye piyasalarının gelişimi ve finansal enstrümanların çeşitlenmesi, ekonomik büyümeyi desteklemiştir.

Finansal sistemin kökenleri Osmanlı dönemine dayanır ki bu dönemde bankacılık faaliyetleri, loncalar aracılığıyla gerçekleştirilir, sarraflar ve tefeciler finansal hizmetler sağlardı.  Cumhuriyet’le birlikte finansal sistemin modernizasyonu ve yapısal dönüşümüne odaklanıldı. Bankaların kurumsallaşması ve düzenlemelerin oluşturulmasıyla bankacılık sektörü güçlendirildi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) 1930'da kuruldu ve Fransız-İngiliz sermayeli Osmanlı Bankası’nın yarım asırdan fazla devam eden emisyon gücünü elinden alarak para politikasını düzenleme yetkisine sahip oldu. Daha sonra çeşitli bankaların kurulmasıyla finansal aracılık hizmetleri hızla gelişti. 1980'lerde başlayan ekonomik liberalleşme dönemi, finansal sistemin önemli bir dönüşümüne yol açtı. Serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte, bankacılık sektöründe yapılan özelleştirmeler, yabancı sermaye girişi ve rekabet artışı gibi pozitif sonuçlar gözlemlendi. Sermaye piyasalarının gelişimi de 1980'lerden itibaren hız kazanmış İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (BIST) önemli bir piyasa haline gelmiştir. Hisse senetleri, tahviller, türev ürünler ve yatırım fonları gibi finansal enstrümanların işlem gördüğü sermaye piyasaları derinleştirilmiştir.

Bu dönemde meydana gelen ölçüsüz ve denetimsiz serbestleşme sonucunda Türkiye, 1994, 1999 ve 2001 yıllarında önemli finansal krizler yaşamış, bu krizler, finansal sistemin zayıflıklarını ve düzenlemelerdeki eksiklikleri ortaya çıkarmıştır. Krizlerin ardından gerçekleşen finansal sektör reformları ile bankacılık denetimi güçlendirilmiş ve finansal istikrarı sağlamak amacıyla tedbirler alınmıştır. Böylece 2008 yılından itibaren dünyadaki büyük ekonomileri kasıp kavuran küresel finansal krize karşı önceden yeterli önlemler alınabilmiştir.

Son dönemde Türkiye'de finansal sektörde dijitalleşme (fintech) alanında önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Mobil ödeme, dijital bankacılık, e-ticaret ödeme sistemleri ve yatırım platformları gibi finansal teknoloji hizmetleri yaygınlaşmaktadır. Bu gelişmeler, finansal erişilebilirliği artırmak, hizmetleri kolaylaştırmak ve finansal gelişimi teşvik etmek amacıyla yapılmaktadır. Türk finansal sisteminin gelişimi, güçlü düzenlemeler ve denetimlerin yanı sıra rekabetçilik, dijital dönüşüm, finansal kapsayıcılık ve istikrarın sağlanması gibi faktörlere odaklanmaktadır. Bununla birlikte, finansal istikrarın sürdürülmesi, risk yönetimi ve kaliteli kredi sağlaması gibi konular önemlidir. Türkiye, finansal sisteminin güçlendirilmesi ve sürdürülebilir bir şekilde büyümesi için sürekli olarak yenilikçi ve etkili politikaları uygulamaktadır.

Bilgi ve İletişim Teknolojileri (BİT) Devrimine Uyum

Son yıllarda Türkiye ekonomisinin değişiminde bilgi ve iletişim teknolojileri sektörü büyük bir önem kazanmış, telekomünikasyon altyapısının iyileştirilmesi, geniş bant internet erişiminin yaygınlaşması ve mobil iletişim teknolojilerindeki ilerlemeler, Türkiye'nin dijital ekonomiye geçişini hızlandırmıştır. Kırsal bölgelerde erişim konusunda bazı zorluklar devam etse de BİT altyapısının geliştirilmesi konusunda geniş bant internet erişimi yanında fiber optik ağlar, mobil telekomünikasyon altyapısı gibi altyapı yatırımları sayesinde genel olarak yüksek hızlı ve yaygın bir internet erişimi sağlanmaktadır.

Türkiye, kamu sektöründe dijital dönüşümü teşvik etmek amacıyla e-devlet projelerini hayata geçirmiş, elektronik kimlik kartları, online kamu hizmetleri ve diğer dijital uygulamalar vatandaşların kamu hizmetlerine daha kolay erişimini sağlamıştır. Benzer şekilde son dönemde girişimcilik ve yenilikçilik alanında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Özellikle teknoloji ve BİT sektöründe girişimcilik ekosistemi güçlenmiş, çok sayıda kuluçka (start-up) şirketi, BİT alanında öncü projeler geliştirmekte ve uluslararası pazarda rekabet etmeye çalışmaktadır. E-ticaret sektörü de ülkede hızla büyümekte ve dijital pazarlama faaliyetleri artmaktadır. İnternet üzerinden alışverişin yaygınlaşması, online ödeme sistemlerinin gelişmesi ve e-ticaret platformlarının çeşitlenmesi Türkiye'nin BİT devrimine uyumunu gösteren önemli adımlar olmuştur.

BİT sektöründe gerçekleşen yatırımları ve Ar-Ge faaliyetlerini teşvik eden kamu sektörü üniversite-sanayi iş birliği, teknoparklar, inovasyon merkezleri gibi yapılar aracılığıyla BİT sektöründeki yenilikçi projelere destek vermektedir. Türkiye'nin BİT devrimine uyumu olumlu bir yönde ilerlemekte olsa da bazı zorluklar ve fırsatlar da vardır. Özellikle dijital eğitim, siber güvenlik, veri koruması, yetenekli iş gücü yetiştirme gibi alanlarda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Ayrıca, teknoloji kullanımı ve dijital becerilerin daha geniş kesimlere yayılması, dijital uçurumun azaltılması için önemlidir. Kısaca Türkiye, BİT devrimine uyum sağlama konusunda önemli adımlar atmış ve ilerlemeler kaydetmiştir. Ancak, sürekli teknolojik yeniliklere ayak uydurmak, dijital becerilerin yaygınlaştırılması ve dijital eşitsizliklerin azaltılması konularında çabaların sürdürülmesi gerekmektedir. Aksi durumda 1930’larda başlayan sanayi hamlesinin 1950’lerden itibaren daha dağınık bir yapıya bürünmesi ve sanayileşmede istikrardan uzaklaşamaya neden olmasına benzer şekilde BİT alanındaki gelişmelerden kopuşun söz konusu olacağı öngörülebilir.

Gelecek Yüz Yıl İçin Öngörüler

Ekonomik değişkenler birçok iç ve dış etkene bağlı olarak gelişim gösterdiği için bir ekonominin geleceği konusunda kehanette bulunmak zor olabilir. Hele bu, pek çok sürprizi bünyesinde barındırma özelliği taşıyan Türk ekonomisi için söz konusu olursa güçlüğü anlamak daha karmaşık olabilir.

İlk ve önemli konu, kaynağı ve biçimi konusunda ayrıca tartışılması gereken büyüme olgusudur. Potansiyel olarak geçen yüzyılı, yıllık %7 büyüme oranına sahip olmasına rağmen bu potansiyelin 2-3 puan altında bir ortalama ile kat etmiş bir ülke olarak Türkiye’de âtıl kapasite sorununun bulunmaktadır. Türkiye, genç ve dinamik nüfusu, coğrafi konumu ve birçok sektörde rekabetçi bir güce erişme potansiyeline sahip olması yönüyle ekonomik büyüme potansiyeline ulaşabilir. İç talepteki artış, yatırım ve ticaret fırsatları, Türkiye ekonomisinin büyüme yolunda ilerlemesine katkı sağlayabilir.

Son yıllarda yapılan reformlar ve yatırım teşvikleriyle yatırım ortamını iyileştirmeye çalışan ülkede daha iyi iş yapma koşulları, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve düşük işletme maliyetleri gibi faktörlerin harekete geçmesinin bir sonucu olarak kendisine yönelik yatırımları teşvik edebilir. Üretim ve istihdamın, yani reel sektörün ilk öncülü olan yatırımların genişlemesi ve teşvik edilmesi, bir seferberlik ilanına çıkmayı gerektirecek kadar önemlidir.

Türkiye'nin dış ticaret hacmi ve ticarette çeşitliliğe sahip olması ihracata dayalı büyümeyi destekleyip geliştirebilir. Ülke birçok sektörde rekabet avantajına sahiptir ve ihracat potansiyeli çok yüksektir. Küresel ekonomik dalgalanmalar, ticaret savaşları ve korumacılık eğilimleri gibi dış faktörler Türkiye'nin dış ticaretini etkileyebilecek olsa da bu tür negatif faktörlerden etkilenmeyecek ve ülkeye rekabetçi güç getirecek bir unsur vardır ki o da yüksek teknoloji içerikli ürün ihracat hacminin genişlemesidir. Mevcut ihracat içeriğinin %3-4’ünü aşamayan bu oranın en az %10’lar düzeyine yükseltilmesi amaçlanmalıdır.

Bu noktada hatıra, böyle bir ihracat genişlemesi projeksiyonunun ana unsurunu oluşturan teknolojik inovasyonu teşvik etmek ve dijital dönüşümü hızlandırmak için geliştirilmesi gereken stratejiler gelmektedir. Zira ancak yüksek teknoloji sektörlerindeki büyüme potansiyelini geliştirmek, inovasyon ve Ar-Ge faaliyetlerine yapılan yatırımları genişletmek Türkiye'nin ekonomik rekabetçiliğini artırabilir. Diğer yandan Türkiye, sürdürülebilirlik hedefleri doğrultusunda çevre dostu projelere ve yeşil ekonomiye odaklanmalı, temiz enerji kaynaklarına geçişi, enerji verimliliğini, su kaynaklarının korunmasını ve çevresel sürdürülebilirlik gibi alanlarda yapılan çalışmaları sürdürmeye çalışmalıdır.

Türkiye'nin ekonomik geleceğinin, ilginç biçimde yüzüncü yılda (2023) yaşadıklarına benzer şekilde bazı zorluklarla karşı karşıya kalmaması için pek çok önlemin alınmasına ihtiyaç vardır. Bunlar arasında üç haneli rakamlara yaklaşan enflasyon oranı, %10’ların üzerine çıkan işsizlik oranı, 0,45’lere doğru giden Gini katsayısı ile temsil edilen gelir adaletsizliği sorunu, yabancı yatırımlarda meydana gelen keskin dalgalanmalar, %60’lara varan dolarizasyon oranı, yüksek jeopolitik riskler ve küresel ekonomik belirsizlikler yer almaktadır. Türkiye’nin hukuki ve iktisadi reformları eş anlı olarak sürdürmeye çalışması, ekonomik politikaların etkin bir şekilde yönetilmesi ve yapısal reformları sürdürmesi bu noktada yaşamsal bir öneme sahiptir.



[1] Mehmet Genç'in Hayatı ve İlim Yolculuğu (Söyleşi), https://www.dunyabizim.com/soylesi/mehmet-genc-in-hayati-ve-ilim-yolculugu-h28074.html (10 Temmuz 2023).

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yaşar nezihe bükülmez, hayatı-şiirleri

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi...

hayata bir mola olarak bayram

Nereye gittiği bilinmeyen ama inatla akmaya da devam eden hayat yolculuğunun önemli duraklarından birisi olarak bayramlar hep ilginç görünmüştür. Sadece yaşam için bir mola olması değildir bayramı cazip kılan. Aslında bizatihi hayatın önemli bir şahididir bayramlar. Çocukluk dönemlerimiz, gençlik yıllarımız, kendi ailemizi kurduktan sonra yaşadığımız dönemeçler hep bayramlar vesilesiyle hatırımızda kalmaya devam eder. Genelde bayramda alınan ışıl ışıl elbiseler, gıcır gıcır ayakkabılar, ilk servetlerimizi oluşturan harçlıklar, ilk kez karşılaştığımız akrabalarımız ve o günlere özel hazırlanmış enfes yemekler, baklavalar, börekler hep bayramların damaklarımızda bıraktığı tükenmez tatlardır. O sarmalar ki nazenin ellerde ince ince dokunmuş, o börekler ki yaprak yaprak döşenmiş, o baklavalar ki ince ince dilimlenmiş ve sevgilisiyle buluşmayı bekleyen körpe birer aşık gibiydiler. Arife günü ayakkabı alır ilk kez bayramda giymek üzere en kuytu yerde saklardık. Bir keresinde mahalleleri kola...