Ana içeriğe atla

Dengenin İktisat Merkezli Anatomisi


Prof. Dr. Zekai Özdemir

Denge! Büyük kavram. Kavram, sadece iktisat biliminde değil, sosyal ve pozitif bilimlerinde de önemlidir. Örneğin, kimyasal denge, psikolojik denge, fiziksel denge, biyolojik denge v.s. İktisat ilmi bu kavramı pozitif bilimlerden ödünç almış gibi dursa da süreç içinde kendi özünün bir parçası haline getirmeyi başarmıştır. Denge kavramının fizik ve kimya ilminden iktisat teorisine ağına katılması pozitif ve normatif iktisat ilminin gelişimin doğal sonucu olarak görülebilir.

Önce kimyasal ve fiziksel dengeye kısaca bakıp sonra iktisadi denge olgusu makalenin derinliğinde şerh etmek uygun olacaktır.

Pozitif bilimlerde denge, kapalı bir sistemde, sabit sıcaklıkta gözlenebilir özelliklerin değişmezliği haline denge denir. Kimyasal ve fiziksel denge olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziksel denge, maddelerin iç yapısı değişmeden fiziksel halleri (katı, sıvı, gaz) arasında belirli şartlarda kurulan dengeye denir. Kimyasal denge  kapalı bir sistemde kurulan basınç, sıcaklık değişmediği sürece basınç ve sıcaklık gibi derişimlerin (bir çözeltide ne kadar çözünen bulunduğunu ortaya koyan, gösteren nicelik) değişmediği ileriyi yöndeki tepkime hızının geri yöndeki tepkime hızına eşit olması halidir.

Kimyasal dengeyi biraz daha açmak da fayda varıdır. Çünkü iktisat ilmindeki dinamik ve statik dengenin gelişiminde kimyasal denge fiziksel dengeye göre daha ağır basmaktadır. Ancak fizikte ki “normal şartlar altında” (NŞA) ki kavramının iktisatta “Ceteris Paribus” kavramına denk gelmesi fizik ilminin, iktisadi kavramlarının gelişiminde ve uygulanmasında kimya ilminden geri kalmadığı görülür. Yukarda tanımı yapılan kimyasal denge aslında “dinamik dengenin” tanımıdır. Reaksiyon ortamındaki tüm maddeler aynı fazda ise homojen denge, (sanki iktisat ilminde ki statik denge) iki veya daha çok fazda ise heterojen denge (sanki iktisat ilminde ki dinamik denge) kurulur. 

Kimyasal dengeyi nicel olarak belirleyen ve kapasite özeliği gösteren büyüklüğe denge sabiti (iktisatta denge fiyatı) adı verilir. Denge sabiti çok büyük olan reaksiyonlar ileriye doğru tek yönlü, çok küçük olanlar ise geriye doğru tek yönlü, denge sabiti orta büyüklükte olan reaksiyonlara ise tersinir reaksiyon adı verilir. Kimyada denge sabitini yalnızca sıcaklık değiştirir. (Sanki iktisat ilminde ki arz ve talep miktarı veya şoklar)Psikolojik denge, psikolojik “istikrar” manasına gelmekle beraber kişinin normal şartlar altında gösterdiği tepkileri “zor ve uç” şartlar altında da göstermesini ifade eder. Sonuç itibarıyla denge, matematikte “eşitlik”, hukukta “adalet”, psikolojide “iç-dış alem ahengine” denk düşen bir kavramdır şeklinde şerh edilebilir. 

Bu giriş şerhinden de anlaşılacağı gibi denge, değişkenler (katalizörler) üzerinde oluşan değişimlerle ortaya çıkan bir kimyasal, fiziksel ve iktisadi halidir. Makalede de, bu tanımların iktisat literatürde tanımı yapılarak şöyle denilmiştir; “iktisadi denge”, en yalın hâliyle iktisadi güçlerin karşılıklı olarak dengelendiği -normalize olduğu- durumdur. Varsayımsal olarak belirli bir zaman diliminde hiçbir denge bozucu etkinin olmadığı bu özel hâlde, iktisadi değişkenler denge değerlerinden uzaklaşmama eğilimidir (s.91). Makalede denge tanımı “iktisadi güç” kavramının üzerine oturtulmuş ve zaman diliminde hiçbir denge bozucu etkinin olmamasıyla kurgu tamamlanmıştır. İktisadi güç nedir?

Güç üstün gelme ve engellerle başa çıkabilmektir. Güç büyüklük, büyüklük etki ve etki de diğer değişkenleri etkilemektir. İktisadi güç ise, kaynakların dağılımını ve kullanımını etkileyebilme veya belirleyebilme gücüdür. Daha da genişletilerek tanımlanırsa, bir ülkenin sahip olduğu temel ekonomik kaynakları, bu kaynakların işletilmesi, her türlü mal ve hizmetleri üretme kapasitesi ve bunların ulusal hedefler (ekonomik refah, politik denge, sosyal ve endüstriyel gelişme, her türlü dış saldırıya karşı güvenlik, devletin geleceği, ülke ve ulusu ile bölünmez bütünlüğü) doğrultusunda teşkilatlandırılması, endüstriyel kapasitesi, iç ve dış ulaşım sistemleri ile uluslararası siyasi ilişkiler dahil diğer faktörlerden meydana gelen güçtür.

Bu bağlamda makalede ki denge, iktisadi güç olarak bilinen kaynakların dağılımını ve kullanımını etkileyen değişkenler değişse dahi normalizasyonun da bir etki meydana getirememesidir. Litaratüre uygun şerh edilirse iktisadi denge, piyasa aktörlerinin birinin diğer aktörlerin stratejilerini değiştirmediği sürece kendi stratejisini değiştirme etkisi olmadığı bir haldir denebilir. Yüz liralık bir alış yapan aktörün (tüketicinin) cebindeki paranın doksan lira olması halinde (on lira eksik olması) satıcının pozisyon değiştirmeden ürününün el değiştirmesinin gerçekleşmesine izin vermesi sonucu oluşan bireysel (epsilon-Nash dengesi) ve yalın dengeye örnek verilebilinir. Bu örnek günlük hayatın içinde karşılaşılan bir örnektir. İktisadi dengeye ulaşılırken, önce bireylerin ve birimlerin iktisadi davranışları iktisadi sınırlamaların ile (ceterus paribus ilkesi doğrultusunda) nicelleştirilmiş daha sonra matematiksel formülasyona tabii tutularak tanımlı hale getirilmiştir.

Denge, mimaride somut olan denge iktisatta soyut ve plastiktir. Denge örtüşen ve kesişen benzerlikler ağından oluşan bir toplumsal ailedir. Makalede bu denge noktası, işlemlerin gerçekleştiği teorik bir dinlenme durumuna karşılık geldiği şeklinde ifade edilmiştir. Bu tanım edebi bir şerh yapılırsa iktisadi denge, kanatlarına böcekte, kurtta kelebekte konsa uçuşunu bozmayan kuştur denilebilir.

Bilindiği gibi ayar, bir aygıtın veya bir mekanik düzeneğin çalışmasını düzene koyma işidir. Bir başka ifadeyle bir aygıtın gereken işi yapabilmesi halidir. Ayarı bozuk bir piyanoyla müzik yapılamadığı gibi ayarı bozuk bir saatle zaman verimli kullanılamaz. İşte bu noktada, İktisattaki dengeyle ayar arasında bir eşleşme yapılabilir mi? Yapılabilir. Veya iktisadın önemli kavramlarından olan “denge” kavramının yerine “ayar” kavramının kullanıldığı düşünülebilir mi? Düşünülebilir. O halde denge kavramının şerhini bu bazda yapmak uygun olacaktır.

Şöyle ki nasıl ayarı bozuk bir aygıtla iş yapılamazsa dengesi bozulmuş bir ekonomide de iktisadi eylem yapılamaz denebilir. Bu durumda iktisatta dengenin piyasadaki görevi neyse ayarın da mekanik düzlemdeki görevi aynıdır eşlemesini yapmak yerinde bir eşleme olacaktır. Mekanik ayarı gerektiren aygıtların çokluğu bir gerçektir. Burada iktisadi dengeyi şerh ederken “saat” aygıtını örnek alıp, saat ayarı ve iktisadi denge eşleşmesi kurgulanmaya çalışılmak işin mantığına uygun olacaktır.

Bunu yaparken önceki makalelerde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur isimli romanına özel bir önem gösterilmesinden esinlenerek (veya cesaret alarak) Tanpınar’ın diğer önemli bir eseri olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü”ne müracaat edilerek “denge ve saat ayarı” arasında bir ilişki kurulabilir. Bir başka ifadeyle Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” (SAE) romanı merkeze konarak denge kavramı edebi anlamda şerh edilebilir.

“Ayar”, matematikte eşitlik, hukukta adalet ve ekonomide denge demektir. Tanpınar SAE’de “beni adam eden saattir” der .Bu durumda saatin adam ettiği adam, iktisatta ki homo-ecomicusdur (iktisadi insandır).Yani Tanpınar’ın ayar edilmiş saati, iktisatta dengeye gelmiş bireyi işaret etmektedir, denebilir. Aynı eserinde Tanpınar, “saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır”  cümlesiyle yine iktisat terminolojinin ağırlık merkezinde olan iktisadi insanı tanımlamıştır şeklinde yorumlanabilir (şerh edilebilir).Kısaca tekrar etmek gerekirse homoekonomikus piyasada verdiği tercih ve kararlarla “piyasa ayarına” ulaşmış insan demektir.

Makaledeki denge  tanımında “insan” hiç yokken Tanpınar ağırlıklı olarak ayar-denge tanımının sıklet merkezine insanı oturtmuştur.İnsansız denge tanımını doldurmak için denge, homo-ekonomicus bilincine ulaşmış insanın ulaştığı ayar olarak tanımlanabilir.Homo-ecomicus insan ise, naktin değil vaktin huzurunda bulunan bireydir denebilir.Tanpınar SAE eserinde vaktin, zamanın ayarlarmış birey tipinin karakterini Halit Ayarcı’da verirken neoklasik iktisatçılar ise, homo-economicus insan tipinde açıklamışlardır.Bu husus daha da geniş şerh edilebilinir. Bilindiği gibi “neo-klasik iktisadın birey dengeye gelirse toplum da dengeye diye bir varsayımı vardır.Bu varsayımdan hareketle, saatin ayarı sağlanırsa insanda dengeye gelir, insan dengeye gelirse toplum dengeye gelir toplum dengeye gelirse “huzurda” oluşur denebilir.

Saat ayarı ve ekonomik denge arasında ki ilişki daha da genişletilebilinir. Ayarı bozuk bir saat  ya geri kalır veya ileri gider, bu işin üçüncü şekli yoktur. Bu da tam ayar imkânsızlığı gibi umumi bir şeydir. Ekonominin geri kalması saatin geri kalması gibidir. İleri gitmesi ise ekonominin deflasyon çizgisine girmesi demektir. O halde ekonominin de saat gibi “bir ayarda veya dengede” olması arzulanır.Yeter ki saat veya ekonomi de durmuş olmasın. Her halükarda geciken ekonomiye de saat gibi ayar verilebilinir ama durmuş saat hiçbir işe yaramadığı gibi durağan bir yapıya girmiş ekonominin de bireylere bir getirisi olmaz. Durgun ekonomi, çölde hastalanmış bir deve gibi bitkin ekonomidir  dense yanlış olmaz. 

Denge ister statik-dinamik, ister kısmı-genel olsun fiyat-miktar tekliği üzerine inşa edilir. Yani hangi mahiyette olursa olsun dengeyi-geçici ya da kalıcı olarak- etkileyecek olan yine arz veya talep koşullarındaki bir farklılaşmadır (s.92). Her ne hal ve şartta olursa olsun hatta Veblen etkisi altında kalan mal ve hizmetlerin talep eğrileri değişse bile fiyat-miktar ilişkisi merkezli denge gösterişli denge dahi olsa tekrar oluşacaktır (s.92).Bu şu demektir; tek fiyat, tek miktar sabitesi içerinde denge, iktisadi oyunun efendisi olmaktadır.

Makalede Veblen mallarına atıf da bulunulmuş fakat huzurla arasında bir bağlantı kurulmamıştır. Bilindiği gibi tüketicilerde Veblen veya snop etkisi yaratan malların talep elastikiyetleri pozitifidir. Yani bu malların talep elastikiyeti normal malların talep elastikiyetlerine göre terstir. Bu nedenle bu mallar, “talep elastikiyeti tersine dönmüş mallar” veya “gösterişli tüketim malları” diye de isimlendirilir. Veblen mallarının tabi özellikleri dikkatte alınarak şöyle bir varsayım yapılarak şerh yapmak mümkündür. Snop etkisi yaratan Veblen malları “huzuru” bozan mallardır. Bu varsayım baz alınıp, talep eğrisinin bazı özel hallerine müracaat edilerek talep elastikiyeti ve huzur arasında bir ilişki kurmak mümkündür. Hatta elastikiyetin yarattığı etki daha da ileri götürülerek iktisadın metafizik çilesi veya ürpertisine ulaşılabilir.

Bilindiği gibi talebin elastikiyetine göre talep eğrisi özel bir hal alabilir. Bunların içinden en dikkatte şayanı ve huzurla ilişki kurulacak olanı elastikiyetin sıfır ve sonsuz olma durumudur. Tüketicinin bir mala elastikiyetin sıfır veya sonsuz olması demek, fiyatla miktar ilişkisinin kalmamış halidir denilse yanlış olmaz. Önce talep elastikiyetinin sıfır olması haline bakılabilir.

Talep elastikiyetinin sıfır olması halinde talep eğrisi miktar eksenine dik fiyat eksenine paralel bir doğru olur. Yani malın fiyatı ne olursa olsun bu maldan tüketicinin alacağı miktar bellidir. Bu mallara üç tane örnek verilir. Birincisi yeni doğan bebeğe alınan beşik, ikincisi düğünde geline alınan gelinlik ve damada alınan damatlık, üçüncüsü ise ölüm halinde alınan kefen, tabut veya mezar yeridir. Dikkat edilirse her üç malda mutluluk anında tercih edilen mallardır.

Ölüm hali niçin mutluluk olarak kabul edilebilinir veya ölüm niçin mutluluktur diye bir soruyla karşılaşılabilinir. Bunun birinci nedeni şudur; Mevlana ölüme, “düğün gecesi” demiştir. Dolayısıyla Mevlana’nın işaretinden dolayı ölümü vuslat olarak gören insan kendinin huzurlu ölümünden mutlu olacaktır. İkincisi ise tüketicinin “hiç ölemeyecekmiş gibi dünyayı, bu gün ölecekmiş gibi ahreti düşün” hadisi gereği her üründen az miktarda tüketecektir. Bu ise onu kanaatkar birey yapacaktır. Bilindiği gibi kanaatkar olmak huzurlu olmanın anahtarıdır. Ayrıca İslam peygamberinin emrini yerine getirmesi de görevimi yaptım rahatlığıyla onu huzurlu kılacaktır. Bu iki neden bireyin huzurlu ölmesi için birer neden olarak kabul edilebilir.(tabi ki kefeni ölü değil, akrabaları alıyor. Burada ki ince ironiyi gözden kaçırmamak gerekir.)

Tekrar bu elastikiyetli mallara dönülürse tüketici bu üç maldan ancak “birer tane” alacağı görülür. Tüketici bu mallardan asla iki adet almaz .Bu durumda talep elastikiyeti ile bireysel huzur arasında pozitif bir ilişki kurmak imkanlı görünmektedir. Yani elastikiyeti sıfır olan mallar tüketicileri huzura kavuşturan malladır, denebilir. Tüketiciler şayet kanaat edecekleri kadar mal satın aldıkları takdirde (ki burada bir adettir) huzur olgusunun gerçeğine ulaşmış olabilirler. Bu husus, iktisadın birinci “metafizik ürpertisi veya çilesi” olarak ifade edilebilir.

Talep elastikiyetin sonsuz olması durumunda ise talep eğrisi miktar eksenine paralel, fiyat eksenine dik olan bir doğrudur. Yani  talep eğrisinin fiyat eksini üzerinde başladığı noktada ki fiyattan tüketici sonsuz tane alabilir. Bu durumun metafizik ve huzurla ilgili şerhi yapılınca durum şu olabilir. Tüketici o fiyattan helal olan maldan sonsuz tane tüketirse “sonsuza” ulaşır.Sonsuza ulaşmak Allah mutluluğu değil midir? Talep elastikiyetinin bu ikinci haline de iktisadın ikinci “metafizik ürpertisi veya çilesi” olarak isimlendirilir. 

Bir önemli nokta daha var. Şayet tüketiciler elastikiyeti sonsuz mallara, elastikiyeti sıfır mallar gibi bir iktisadi davranışta bulunmasa birey, yukarda defaten zikredilen huzura global olarak ulaşmış olacaktır. Çünkü, elastikiyeti sonsuz olan mallardan sonsuz tane değil de “sınırlı sayıda (bir adet)” alıp tüketince birey sonsuzluğun sır dolu huzuruna kendinin ulaştığını hissedecektir. Her iki metafizik ürpertinin bu psikolojik etkisini, “Huzurlu (Erdemli) Şehir” insanın iktisadi karakterinin belirtisi olarak kabul edilebilinir. Bu insan tipini münzevi bir insan tipi veya irrasyonel insan tipi olarak da algılamak rasyonel olmayacağı açıktır.

Makaledeki denge kuramına tekrar dönülürse, “denge; mevcudiyetine ve etkinliğine büyük ölçüde güvenilen, üretilmiş malların dağıtımını garanti eden piyasa ekonomisinin işleyişine ilişkin iyimser bir vizyonla yakından bağlantılıdır. Fakat metafizik temelli “görünmez el” felsefesine daya¬nan liberal ilkelerin tarihsel-olgusal düzlemde ancak “küresel” bir emperyalizme varan kolonizasyon politikaları ile ayakta tutulabilmiş olması insanın tüm şahsi zenginliğini ma¬teryalist bir ontolojide yok eden totaliter-otoriter sistemlerin iflasa mahkûm “kollektivizmi” ile karşı karşıya geldiğinde, etkin ve adil bir iktisadi dengeye nasıl ulaşılabileceği sorusu yine cevaplanmamış olarak kalır” (s.92) şeklinde iki cümleyle karşılaşılır.

Bu iki cümlenin birincisinde denge kavramından piyasa ekonomisine bir geçiş yapılmıştır.Burada piyasa ekonomisinde ki  “piyasa” kavramına bir temaşa yapmakta fayda vardır.Piyasalar, iktisadi dengelerin oluşumunda “büyük hâkim” konumundadırlar.Yukarda da ifade edildiği gibi denge kavramının mantığında fizikteki yerçekimi ve enerjinin korunumu kanun vardır. Yani, iktisadi denge, Newton fiziğindeki dengenin mekanik mantığının, birey ve birimlerin iktisadi davranışlarının sosyal bilimdeki adıdır denebilir. 

Newton fiziğinin temelini oluşturan yerçekimi kanunu, iktisatta arz ve talebin med-cezir yöntemiyle çekim kanununa dönüşerek, piyasa fiyatının oluşumuna aracılık etmiş ve bu sayede, piyasa, fiyat dengesine ulaşılmıştır. Alıcı ve satıcı arasındaki hakem, fiyattır. Fiyat, aynı zamanda gönderdiği sinyal (veya frekans) alıcı ve satıcı arasındaki mobil iletişim aracıdır.

Yukarda ki ikinci cümlede fiyatı yöneten “görünmez el” klasik iktisat mantığıyla metafizik örgü içerisine sokulmuştur. Burada piyasayı görünmez bir elin yönettiği esas alınarak fiyat, metafizik bir kutsallığa çıkarılmıştır denebilir. Halbuki iktisadı, metafizik kutsallığı çıkaran görünmez el değil, görünmez kalptir ve bu kalp insana mahsustur. İktisadın temel öznesi olan insanın metafizik bilinci çıkarılmış, yerine görünmez elin yönettiği fiyat konmuştur. Bilindiği gibi insan, evrendeki en metafizik canlıdır. Bir de bu metafizik canlının sırrı olan “kalbi” göz önüne alınırsa, insan ve onun kalbi dünyada ki en metafizik olgu olduğu görülür.

Bu bağlamda iktisadın metafizik örgüsü veya bilinci, insanda başlar insanda biter. İnsan merkezli bir örgü içinde bulunan iktisat ise tarihsel-olgular içerinde  küresel emperyalizme varan kolonizasyon(s.92)  doğurmaz. Bütün iktisatçıların kaçırdığı nokta da burasıdır. Tekrar edilirse, insanlaşmamış insanların arz ve talep olgusuyla gerçekleşen fiyatın arkasındaki görünmeyen el, kutsal sayılmıştır. Halbuki yukarda karakter çizgileri verilen “Huzurlu Şehrin” insanın iktisadi karakterinin hakim olacağı düzlemle inşa edilen “dünya-ahret” dengesi, arz-talep olgusunu insan-i bir düzleme oturtacaktır. İktisat düşüncesi üreticileri, bu gerçeği dışlamalarının sonucu, totaliter-otoriter sistem kıskancında kavram üretmişler denebilir. Aslında iktisadın küresel savaşı denilen savaşı, zihnin ve kalbin “Savaş ve Barışıdır”. Bu savaşın bir diğer adı Hitler’de “Kavgam”, Anadolu coğrafyasında “İnsanlığı Huzur”udur.

Dengenin bozulma hali veya dengesizlik olgusu başladığı bölüme gelindiğinde karşılan ilk isim Keynes olmuştur.  Önce kriz! Batı Avrupa’da başlayan iktisadi tansiyon bozukluğunun adıdır, kriz. İster reel sektörde istersen finansal piyasalarda olsun kriz diama vardır ve olmaya da devam edecektir. Makalede ki ifadeyle, yatırım kanallarını en sofistike enstrümanlarla doldurmuş olan finansal piyasalarda sıkça yaşanan krizler reel piyasaları etkilerken denge kavramını güncel iktisadi tartışmanın merkezine taşır. Nihayetinde “kriz”, dengeden sapmış bir piyasayı karakterize eder (s.93).Buradan tekrar SAE dönüş yapılarak bu tanımla ayar-denge eşlemesine gidilirse, denilebilinir ki, ekonominin ayarı bozulmuş saat durumuna düşmesi dengesizliktir.

Saat ayarının bozulmasının ilk sebebi zembereğinin mıknatıslanması olarak gösterilir. Bu durumda zembereğin her paslanması kriz veya saatin ayarının bozulması, dengenin bozulması olarak görülebilinir. Saat zembereğinin mıknatıslaşması (paslanması) zembereğin su alması sonucunda oluşur. Ekonomik hayattın ayarının bozulması ise finansal piyasaların önce spekülatif su alarak paslanması (şişmesi) ve sonra şişen balonun patlamasıyla devam eden dengesizlik süreci olarak kabul edilir. Balonun şişmesi ve düşmesiyle çift yönlü elde edilen kârlarla politika yapıcıları tekrar, dengeyi veya ayarı kurma gayreti önemlidir. Dünyada Covit-19 öncesi yaşanan bütün krizler bu minval üzere  olmuştur denilse eksik olur yanlış olmaz. Krizlerin “vade” (s.92) olgusunun, saatin ayar olgusu gibi  önemli olduğu da açıktır. Bu ayar, o kadar önemli ki, Tanpınar  SAE romanında bunun için İstanbul’un her semtine “Saat Ayar İstasyonları” dahi kurmuştur. Niçin kurmuştur? Bu istasyonları kurarak bireylerin sinema veya tiyatroya geç kalmaması planlamıştır. Bu tıpkı dengeyi sağlamak için piyasa yapıcı kurum ve kuruluşların (birey-aile-devlet) kendi ekonomilerine yeniden ayar (denge) vermelerine benzemektedir.

Kriz vadesinin uzun ve kısa olmasından ziyade krizi doğuran nedenlerin uzun ve kısa süreli devam edip etmemeleri önemlidir. Tabi ki burada bunu tartışmak gereksiz olacaktır. Krizin vadesiyle ilgili tarihe bir notu Keynes  düşmüştür denebilir; uzun dönemde herkes ölecek. Bu tarihi cümle Kur’anda Âl-i İmrân Suresi 185.ayettinde geçen “her nefs ölümü tadacaktır” mealini hatırlatıyor. Keynes’in bu ayetten haberinin varlığından haberinin olup olmadığı bilinmez ama yaptığı bu tespit fevkalade manalıdır.

Keynes’in bu tarihi cümlesinde anlaşılıyor ki, kriz-denge olgusu bir insan ömrü kadar kısadır. Yani Keynes krizleri dert etmeyiniz zaten öleceksiniz, mevcut halinizle hayatınızın tadını çıkarınız demek istiyor. Keynes gibi dünya ya mal olmuş “eksik istihdam teorisini” geliştiren bir bilim insanının her ölümün arkasından yeni bir neslin geleceğini nasıl bilmez? Evrenin sürekliliğini onun için niçin önemli değildir? Yeni nesillere buhranlı, dengesiz velhasıl “huzursuz” bir dünya niçin bırakmak istemiştir?Asıl problem buradadır.

Krizle ilgili bu bölümde, krizin önce aile yapısını sonra aile fertlerini ve sonunda da toplumsal dokuyu bozmuştur veya dengeyi bozmuştur gibi bir sonuç şerh etmek mümkündür. Veya kriz sonucu dış dengenin çökmesi, içi çöken aile, içi çöken aile, içi çöken bireyi ve nihayetinden içi çöken toplumu doğurmuştur, denebilir. Böyle bir şerh yapılır yapılmaz da akla şu soru geliyor; uzun dönemi bir vehim kabul eden Keynes,  uzun döneme dair politikalar üretmediği için mi önce aile sonra birey bozuldu? Hem bu soru hem de bu soruya verilecek cevapların muammalarla dolu olduğu hatta irrasyonel oldukları açıktır. 

Keynes’in ölümle ilgili bu cümlesi burada konu olunca, yukarda şerhini yapılan ölüm ve sıfır ve sonsuz elastikiyetli mallar akla gelmektedir. Makro ekonominin kurucu babası olan Keynes’in, bu mikro gerçeklerden haberinin olmaması mümkün mü?Veya Hz Mevlana’nın ölümü düğün gecesi yaptığını bilmediği için mi mikro ekonominin bu gerçeklerine duyarsız kalmıştır? Bu konuyla ilgili sorgulanacak çok soru var ama konudan uzaklaşılmasına neden olacağı için burada kesmekte fayda vardır.

Makalenin bu sayfasında azalan kar-artan kar ve vasıfsız işgücü-kalifiye işgücü (s.94) tespitleri dikkatte değer tespitlerdir. Hatta bu cümle geçmiş yılların verileri alınarak gelecek yıllar için bir gözlem yapılırsa artan kar ve kalifiye elaman kavramlarının nasıl bir yapı içerine girecekleri öngörülebilir. Bu anlamda da Marx’ın kehaneti tekrar değerlendirilir.

Bu öngörü tüketici dengesi için kurulmuş olan 3M teorisi (muhakeme-muhasebe-mukayese) ile birlikte alındığı takdirde Covit-19 sonrası aile-birey ilişkisi farklı düzleme gireceği tespiti yapılabilir. Buradan ulaşılan sonucu belki, A. Smith’i Luther’e benzetmekten kurtarırken, kahinliği havada kalan Marx’ı, Luhter’yan yapar.

Makalenin emek piyasasıyla ilgili cümlelerin ardından önce homo-ekonomicus birey karakteristik çizgileri çizilmiştir. İktisat ilminin sınırları da bu kavramla sınırlarının belirlenmiş olduğuna dikkat çekilmiştir (s.96). İktisadın mevcut sınırlarının metafizik çağ ile bittiği ve Weber’in rasyonalist çağıyla tekrar çizildiği ima edilmiştir.

Çalışmanın bundan sonra ki bütün cümleleri Batı düşüncesinde önemli yere sahip olan düşünürlerin görüşleri ışığında mevcut aile yapısının bozulmasıyla oluşan yeni birey tipinin sosyal-siyasal-iktisadi dengeyi nasıl bozduğuna ulaşmaya yöneliktir.Bu bakış açısı çok da evrensel olmayı, kırılmaya yüz tutmuş cam bir fanus içindeki kuğunun can çekişenin gözlemlenmesine benziyor.

Bu bağlamda evrende aile-birey-toplum ilişkisini inceleyen doğu düşünürleri hiç yer verilmemiştir.Fârâbî’nin Erdemli Şehir insanının tiplemesi de göz önüne alınarak karşılaştırılmış olsaydı makale başka bir kimliğe bürünürdü.Fârâbî’nin, geliştirdiği “ay üstü akıl” (faal akıl) metodunun ailenin dolayısıyla bireyin bozulmasının önüne geçeceği rahatlıkla gözlenirdi.Bilindiği gibi Ay üstü akıl on birinci yüzyılda geliştirilmiştir.

Makaleyi yazarının yazdıklarından, Fârâbî’yi siyasilerin eline düşürmeden ilahiyatçılardan kurtaracak güçte olduğu anlaşılmaktadır. Şayet araştırmacı, Fârâbî’nin Erdemli Şehir insanının iktisadi karakteri üzerine bir çalışma yaparsa, onun bireyinin Batı’lı filozofların yarattığı bireyden ayrı olduğunu görecektir. Ona gelecekte böyle bir konuyu araştırmasını tavsiye ederek aşağıdaki paragrafında, ön bir ışık olması dileğiyle makalenin şerhine son verelim.

İktisadi akıl yürütme, iktisadi eşyanın en iyi bilinen özelliğinden daha az bilinen özelliğine ve hatta özüne doğru gitmektir. Bu yol, ne Eflatunun bölüm, ne Sokrat’ın tanımlama ne de Aristo’un tasım (syllogisme) yoluna benzer. Çünkü bölüm ile yalnızca cins, tanımla nevi, tasım (dipnot) ile burjuva birey elde edilirken, soyut akıl yürütme, iç düşünmeyle birleştirilirse huzurlu şehrin iktisadi insanına ulaşılır. Bu  insanın ilk özelliği karar verici konumdaki fiili (faal) aklını, akıllıca kullanmasını bilmek olduğu için o insanın zihni gücü, meleklere eş bir güçtür. Bu güçte, burjuva rasyonalizminin doğurduğu insan-eşya arasındaki Marx’ın “artı değer” boşluğunu doldurur. Bu cümle daha da açılırsa şöyle denebilir; huzurlu şehir insanının hem üreticisi hem de tüketicisi iktisadi eşyaya insani bir değer kazandıracağı için artı değer veya burjuva sömürüsü ortadan kalkmış olur. İktisadi eşyayı verilen bu değer iktisadi eşyayı insanileştirmek anlamına gelir ki bu da onu kutsamak değil, onun hakiki değerini insanca vermek demektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yaşar nezihe bükülmez, hayatı-şiirleri

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi...

Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler

  Mehmet Dikkaya   Künye: Mehmet Dikkaya, “Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler”, Türk Yurdu , Ağustos 2023, ss. 16-22. Türkiye ekonomisinin yüz yılında birçok temel değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Sektörel ve yapısal bazda meydana gelen bu değişimin bir sonucu olarak yüz yıl sonunda ekonomik açıdan bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştır. Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası karşılaştırmasında hayal edilen bir ekonomik yapının varlığından söz edilemez. Lakin içinden geldiğimiz coğrafya ve dezavantajlı bir başlangıç seti oluşturan tarihsel arka plan düşünüldüğünde bu manzara küçümsenmeyecek bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Bu savı ispatlamak için evvela önceki yüzyıllardan kalan mirasa odaklanmak yerinde olacaktır. Osmanlı’dan Kalan Miras Osmanlı’nın klasik döneminde (1300-1600) iktisat ve siyaset dengesini koruyup geliştiren bir düzene sahip olduğu, toprak, esnaf sistemi ve ticaretin birey, toplum ve devletin ihtiyaçları arasında dengeyi kurmaya odak...

hayata bir mola olarak bayram

Nereye gittiği bilinmeyen ama inatla akmaya da devam eden hayat yolculuğunun önemli duraklarından birisi olarak bayramlar hep ilginç görünmüştür. Sadece yaşam için bir mola olması değildir bayramı cazip kılan. Aslında bizatihi hayatın önemli bir şahididir bayramlar. Çocukluk dönemlerimiz, gençlik yıllarımız, kendi ailemizi kurduktan sonra yaşadığımız dönemeçler hep bayramlar vesilesiyle hatırımızda kalmaya devam eder. Genelde bayramda alınan ışıl ışıl elbiseler, gıcır gıcır ayakkabılar, ilk servetlerimizi oluşturan harçlıklar, ilk kez karşılaştığımız akrabalarımız ve o günlere özel hazırlanmış enfes yemekler, baklavalar, börekler hep bayramların damaklarımızda bıraktığı tükenmez tatlardır. O sarmalar ki nazenin ellerde ince ince dokunmuş, o börekler ki yaprak yaprak döşenmiş, o baklavalar ki ince ince dilimlenmiş ve sevgilisiyle buluşmayı bekleyen körpe birer aşık gibiydiler. Arife günü ayakkabı alır ilk kez bayramda giymek üzere en kuytu yerde saklardık. Bir keresinde mahalleleri kola...