Ana içeriğe atla

Doktor Dövmek ya da Aydın Taşlamak

Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914)

Gerektiğinde doktorları tartaklama, üstelik bunu bir övünç vesilesi olarak sunma eylemi, asrın cahilliğinin bizde bıraktığı bir tortu olsa gerektir. sıradan bir tıp kitabı şöyle dursun ilk öğretimde fen bilgisi dersindeki sıradan çiçek yaprak böcek üreme vs konularını bile algılamada zorlanan beyinlerin, aradan yıllar geçtikten sonra sanki bu konular üzerinden doktorlarla hesaplaşması gibi durmaktadır.


genelleştirme yapmamaya dikkat edecek biçimde bireysel olarak bendeniz de doktorların, insan yaşamının sırlarına dair aşırı bir donanıma sahip olmaktan ötürü kendisi gibi olmayan diğerleri üzerinde hafif bir tahakküm kurma eğilimi taşıdıklarını gözlemlesem de asla bir doktora el kaldırmayı aklımın ucundan bile geçirmedim.


Üstelik türkiye'nin modernleşmesi ve dünyada olan biteni anlayarak ülkeye adaptasyonunda da mekteb-i tıbbiye'nin büyük katkısı vardır. modernleşmeye öncülük etmenin yanında türk müziği'nin alaaddin yavaşçalarından amir ateş'ine kadar onlarca ünlü bestekarı bu mesleğin erbabı arasında bilinir. insan bedenindeki senfoni ile evrendeki seslerde var olan uyum arasında daha rahat ilişki kurabilme yeteneğinden olsa gerek, hekimlerdeki bu yeteneği çok taktir etmişimdir. bir de son zamanlarda cihangir islam vb. cengaver doktor siyasetçiler gördük ki bu da bedenin uyumlu çalışması ile toplumsal senfoninin aksamadan sürmesi arasında bağlantı kurma yeteneğine de sahip olabildiklerini gösterir hekimlerimizin.


Aslında bendeniz bir hekim değilim, çevremde de az sayıda hekim var ama bu denli hekimlerin uğradığı gadrin irrasyonel olduğunu anlatma çabası içine girmemin nedeni cahillerdeki cesareti vurgulayabilmekti. nitekim son zamanlarda yaşadığım bir örnekten yola çıkarak okuma yazma yeteneğinin epeyce düşük safahatında bir yerlerde olduğu anlaşılan pek çok insanın klavye kabadayılığına soyunması bu doktorlara dair problemi çağrıştırdı.


İlginç biçimde insanlar okumuyor. okumamakta da inatçı biçimde direniyor. elbette okumayan büyük bir kitlenin asgari koşullarda "yazma yeteneğine" sahip olması hayal bile edilemez. aslında bu nedenle iş başvurularında falan "okuma-yazma biliyor musun" sorusuna ilave olarak "konuşulanları ve yazılanları anlayabiliyor musun?" sorusunu da ilave etmek gerekiyor. belki bu ii daha ileri götürerek facebook arkadaşlık teklifini kabul etmeden önce bile "yazılan ve paylaşılan mevzuları anlama yeteneğiniz var mı beyefendi/hanımefendi?" gibi ekstra bir soru ve onay butonuna ihtiyaç bulunmakta.


Bu tür tecrübeler ve son yıllarda yaşadığımız başka sosyo-politik sonuçlar, haddi zatında okuma yazma bilmeyen ama nasıl oluyorsa "anadolu irfanına" sahip topluluk üzerinde daha fazla durmamızı gerektiriyor. zira irfan sahibi olmak için ya toprakla, bitkilerle, hayvanlarla veya insanlarla sürekli hemhal olmak iletişim kurmak ve bundan sağlıklı sonuçlar çıkarabilme kapasitesine sahip olmak gerekir veya hem doğrudan iletişim kurma hem nedensellik bağı kurabilmek için yeterli okuma yapmak iktiza eder. yoksa öyle anadolu'da her önüne gelen eğitimsize "irfan sahibi" muamelesi yapmak en başta irfan kavramı ile çelişmekte. bu konuda çocukluğumda herkesin ağzında dolaşan ve bu ortamda pek şık durmayacak tekerlemeler belki daha aydınlatıcı olacaktır ama kendimizle çelişmiş oluruz.


Ali Şeriati'nin farklı niteliklerde yaptığı enfes aydın tanımlamalarından haberim var kuşkusuz ama inanın anlatmaya çalıştığım manzara bu kategorilerden hiç birine girmiyor. Bu arada ümmet-i muhammed'e kasaplıktan emekli ilkokul mezunu aşkale'li muammer ertugay abiyi örnek bir aydın olarak takdim edebilirim. asım köksal'ın 8 ciltlik islam tarihi'ni, cilt cilt osmanlı tarihini okumuş, yalamış yutmuş birisi olarak onun irfanına tamamen güvenirim elbette. hatta siyaset bilimci bir arkadaş üniversite öğrencilerine hoca olarak takdim ediyor, dersine sokuyor misafir olarak. bir şeyler anlattırdıktan sonra öğrencilere muammer abinin ünvanının ne olabileceğini soruyor. hep bir ağızdan öğretim üyesi olduğunu dile getiriyor öğrenciler.


Sanırım bu yüzden ali şeriati'den miras kalan en güzel sözlerden birisi belki milyonlarca kez dillendirilmiştir:

"Okuyun. çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yaşar nezihe bükülmez, hayatı-şiirleri

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi...

cumhuriyet meselesi

Tepeden aşağıya doğru devlete ve topluma yeni bir biçim verme projesi olarak hayata geçmiş olan cumhuriyet fikri, aradan geçen 101 yıla rağmen toplumun bir çok dindar-muhafazakar damarında halen oldukça düşük bir nabızda atmaya devam ediyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri, nizam-ı kadim adı verilen, en az bin yıldır tahkim etmiş ve son bir kaç asırdır üzerinde çivi bile oynatılmasına bilinçli biçimde karşı çıkmış bir zihniyetin her halükarda ve ısrarla galip geldiğini düşünüyor olagelmesi sayılabilir. Zira, kılcallarda büyük bir titizlikle, olanca temkinlilik haliyle ve idris küçükömer usta’nın deyimiyle doğucu-abdülhamitçi rotada ilerlemeye devam eden bu paradoksal hal, okumuş bazı kesimlerin zihinlerini de esaret altına almaya devam ediyor. Oysa “Alternatifiniz neydi beyler” diye yöneltilecek bir sorunun muhtemelen berrak bir cevabı yok. Hilafet, şeriat, saltanat ya da bunların herhangi bir kombinasyonunu savunmak için hem hikayenin başında hem de günümüzde elimizde yeterli kanıt...

Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler

  Mehmet Dikkaya   Künye: Mehmet Dikkaya, “Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler”, Türk Yurdu , Ağustos 2023, ss. 16-22. Türkiye ekonomisinin yüz yılında birçok temel değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Sektörel ve yapısal bazda meydana gelen bu değişimin bir sonucu olarak yüz yıl sonunda ekonomik açıdan bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştır. Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası karşılaştırmasında hayal edilen bir ekonomik yapının varlığından söz edilemez. Lakin içinden geldiğimiz coğrafya ve dezavantajlı bir başlangıç seti oluşturan tarihsel arka plan düşünüldüğünde bu manzara küçümsenmeyecek bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Bu savı ispatlamak için evvela önceki yüzyıllardan kalan mirasa odaklanmak yerinde olacaktır. Osmanlı’dan Kalan Miras Osmanlı’nın klasik döneminde (1300-1600) iktisat ve siyaset dengesini koruyup geliştiren bir düzene sahip olduğu, toprak, esnaf sistemi ve ticaretin birey, toplum ve devletin ihtiyaçları arasında dengeyi kurmaya odak...