genelleştirme yapmamaya dikkat edecek biçimde bireysel olarak bendeniz de doktorların, insan yaşamının sırlarına dair aşırı bir donanıma sahip olmaktan ötürü kendisi gibi olmayan diğerleri üzerinde hafif bir tahakküm kurma eğilimi taşıdıklarını gözlemlesem de asla bir doktora el kaldırmayı aklımın ucundan bile geçirmedim.
Üstelik türkiye'nin modernleşmesi ve dünyada olan biteni anlayarak ülkeye adaptasyonunda da mekteb-i tıbbiye'nin büyük katkısı vardır. modernleşmeye öncülük etmenin yanında türk müziği'nin alaaddin yavaşçalarından amir ateş'ine kadar onlarca ünlü bestekarı bu mesleğin erbabı arasında bilinir. insan bedenindeki senfoni ile evrendeki seslerde var olan uyum arasında daha rahat ilişki kurabilme yeteneğinden olsa gerek, hekimlerdeki bu yeteneği çok taktir etmişimdir. bir de son zamanlarda cihangir islam vb. cengaver doktor siyasetçiler gördük ki bu da bedenin uyumlu çalışması ile toplumsal senfoninin aksamadan sürmesi arasında bağlantı kurma yeteneğine de sahip olabildiklerini gösterir hekimlerimizin.
Aslında bendeniz bir hekim değilim, çevremde de az sayıda hekim var ama bu denli hekimlerin uğradığı gadrin irrasyonel olduğunu anlatma çabası içine girmemin nedeni cahillerdeki cesareti vurgulayabilmekti. nitekim son zamanlarda yaşadığım bir örnekten yola çıkarak okuma yazma yeteneğinin epeyce düşük safahatında bir yerlerde olduğu anlaşılan pek çok insanın klavye kabadayılığına soyunması bu doktorlara dair problemi çağrıştırdı.
İlginç biçimde insanlar okumuyor. okumamakta da inatçı biçimde direniyor. elbette okumayan büyük bir kitlenin asgari koşullarda "yazma yeteneğine" sahip olması hayal bile edilemez. aslında bu nedenle iş başvurularında falan "okuma-yazma biliyor musun" sorusuna ilave olarak "konuşulanları ve yazılanları anlayabiliyor musun?" sorusunu da ilave etmek gerekiyor. belki bu ii daha ileri götürerek facebook arkadaşlık teklifini kabul etmeden önce bile "yazılan ve paylaşılan mevzuları anlama yeteneğiniz var mı beyefendi/hanımefendi?" gibi ekstra bir soru ve onay butonuna ihtiyaç bulunmakta.
Bu tür tecrübeler ve son yıllarda yaşadığımız başka sosyo-politik sonuçlar, haddi zatında okuma yazma bilmeyen ama nasıl oluyorsa "anadolu irfanına" sahip topluluk üzerinde daha fazla durmamızı gerektiriyor. zira irfan sahibi olmak için ya toprakla, bitkilerle, hayvanlarla veya insanlarla sürekli hemhal olmak iletişim kurmak ve bundan sağlıklı sonuçlar çıkarabilme kapasitesine sahip olmak gerekir veya hem doğrudan iletişim kurma hem nedensellik bağı kurabilmek için yeterli okuma yapmak iktiza eder. yoksa öyle anadolu'da her önüne gelen eğitimsize "irfan sahibi" muamelesi yapmak en başta irfan kavramı ile çelişmekte. bu konuda çocukluğumda herkesin ağzında dolaşan ve bu ortamda pek şık durmayacak tekerlemeler belki daha aydınlatıcı olacaktır ama kendimizle çelişmiş oluruz.
Ali Şeriati'nin farklı niteliklerde yaptığı enfes aydın tanımlamalarından haberim var kuşkusuz ama inanın anlatmaya çalıştığım manzara bu kategorilerden hiç birine girmiyor. Bu arada ümmet-i muhammed'e kasaplıktan emekli ilkokul mezunu aşkale'li muammer ertugay abiyi örnek bir aydın olarak takdim edebilirim. asım köksal'ın 8 ciltlik islam tarihi'ni, cilt cilt osmanlı tarihini okumuş, yalamış yutmuş birisi olarak onun irfanına tamamen güvenirim elbette. hatta siyaset bilimci bir arkadaş üniversite öğrencilerine hoca olarak takdim ediyor, dersine sokuyor misafir olarak. bir şeyler anlattırdıktan sonra öğrencilere muammer abinin ünvanının ne olabileceğini soruyor. hep bir ağızdan öğretim üyesi olduğunu dile getiriyor öğrenciler.
Sanırım bu yüzden ali şeriati'den miras kalan en güzel sözlerden birisi belki milyonlarca kez dillendirilmiştir:
"Okuyun. çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor"
Yorumlar