Ana içeriğe atla

Paydos, akıbet veya sonuç?



sürekli, "ne düşünüyorsun" diye soruyorsun ya! hayatın anlamı üzerine düşünüyorum, facebook (ve elbette burada buluştuğumuz candaşlar)! içeriğinin düzenli biçimde değiştiği bir anlam kümesi bu. anlam yitikliğine ilişkin en fazla boşluğu hissettiğim geçen bayramdı. elim telefonun listesine gitti. bazı insanları aramak istemedim, çünkü varlık alemini kendilerince şenlendirmelerine rağmen benim için mevcut değillerdi. yine de canlarının sağ olmasını, mutlu olmalarını ve hayat denen arayışın bir yerinde tekrar buluştuğumuzda dostluğun sırlarına dair daha çok deneyimlenmiş olmalarını dilerim.


rehberimde artık daha sık karşılaşmaya başladığım bazı candaşları ise cidden bu alemde bulunmayanlar oluşturuyor. neredeyse otuz yıllık dertleştiğim ve varlığını duyumsamaktan hiç geri durmadığım sabri orman hocam artık yok örneğin. en son karacaahmet'te selamlaşıp dertleştik. dahası yok. semtine bile yaklaşamadım ama hep ona özendim. zira bir zerafet ve istikrar abidesiydi. ilkeleri olan, insan kıymeti bilen ve bilimsel üslubunu hiç değiştirmeden sürdürebilmiş nadir zevattan birisiydi. adaşı olan ve türkiye'nin yeri doldurulamayacak simalarından sabri ülgener'in son doktora öğrencisi olduğunu zikrettiğinde gözleri ışıldardı. ülgener hoca'yı tanımadım ama orman hocayı tanıdığım kadarıyla isim ile müsemma olmak böyle bir şey olmalıydı. ardında derin bir çalışma alanı bıraktı. batı'nın felsefesini, gelişim seyrini ve pek çok pozitif yanlarını görmeyi ihmal etmeden hep doğu'ya dair yeni hazineler bulmak için kollarını sıvadı. gazali ile başlayan serüvenini nasreddin tusi'ye oradan katip çelebi'ye uzattı. sürekli iğne ile kuyu kazan ve bereketli pınarlar çıkaran bir ahir zaman dervişiydi. (1) iktisadı kendi düşünce ve anlam dünyasının bir yeri ile buluşturmak için her daim çalışan bir alperendi.

rehberimdeki boşluğun ikinci aşamasını geçen yıl yitirdiğimiz yusuf tuna hocam oluşturdu geçen bayram. her aradığımda istisnasız "mehmetciğim" diye telefona cevap verirdi. yüksek lisansn tez danışmanlığımı yapmıştı ve on yıl kadar önce istanbul ticaret üniversitesi'ndeki ofisinde uzunca bir hasbihal etmiştik. hep sevecen, hep pozitif, kırılsa da asla belli etmemeye çalışan müstesna adamlardan birisiydi. para politikaları kurulu üyesi olarak görev yaptığı zamanda ankara'da geniş bir ikinci buluşma tasarlıyordum ki ani vefatıyla sarsıldım. altmış üç yaşında gepegenç çağında onun cenazesine iştirak edeceğimi söyleselerdi asla inanmazdım.

başka meslekdaşlarım ve duayen hocalarım da birer birer yitip gidiyorlar. karşılaştığımız bu manzara insana sanki akrabalarını yitirmiş olmaktan daha fazla meslekdaşlarını kaybetmenin daha ağır geldiğini ispat ediyor. belki aynadaki suretimizi görüyor ve ne kadar eser bırakırsak bırakalım ardımızda, bir gün "saniyesine bile hakim olamadığımız" bu dünyadan aniden göçüp gideceğimizi hatırlatıyor. yahya kemal'in dizelerinde belirttiği gibi:

ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde (2)
gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
ve serin serviler altında kalan kabrinde
her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.

daha ötesi, ölüm en büyük düzleştiricidir. bir kralla kölesini, bir despotla mazlumu aynı hizaya sokan müstesna bir olaydır. aslında sırf bu nedenle bile sevilmesi gereken bu hadiseye karşı umumun soğuk bakmasının bir nedeni, kendi akıbetleri ile ilgili belirsizlik hissine sahip olmaları olsa gerektir. ama sonuç hiç kimse için değişmiyor.

sonuç derken belki de akademisyenlerin bitiş düdüğü olan bir kelimeyi kullandım farkına varmadan. çoğunun bildiği bir hikayeden kinaye olacak şekilde... zamanın birinde bir duvar ustası son anlarını yaşıyor ama bir türlü şehadet kelimesini getiremiyormuş. ailesi de, inançları gereği kendi kendine "acaba bizim adam imansız mı gidecek" diye endişe edermiş. o sırada meslekdaşlarından birisi durumu öğrenmiş ve eve gelmiş. ona da durumu anlatmış aile. "tamam ben hallederim bu konuyu, siz bana bırakın bu işi" demiş. usulca, ölmekte olan duvar ustası dostunun yanına yaklaşıp uzun bir ıslık çaldıktan sonra "PAYDOOS!" demiş. son nefesini veremeyen ama ıslığı ve sihirli sözcüğü duyan ustanın dilinden hemen "eşhedü" ile başlayan kelimeler dökülüvermiş.

hayatın anlamı üzerine düşünüyorum derken geldiğimiz bu yerde bizim için SONUÇ kısmından daha değerli bir şey var mıdır? giriş kısmını yazdığımız, özetleri süslediğimiz, literatür taramasını özenle serdettiğimiz, uygulama kısmını tane tane dizdiğimiz bu dizgede en önemli şey bu kelime etrafında dönüyor zannımca. aslında eskilerin hiç bir akademik çalışma yapmamalarına ve bu metodolojiye dair birgileri olmamasına rağmen ısrarla tekrar ettikleri bir kelimden farklı bir değil bu: AKIBET. "akıbetimiz hayr olsun" derken aslında "sonuç kısmını iyi bağlayalım"dan başka bir şeyi kastetmek istediklerini sanmıyorum.

yine "hayatın anlamı üzerine" nasıl bir neticeye varacağımız konusuna dönecek olursak, sanki bir yerlere ulaşmışız gibi geliyor bana. o menzil kimileri için "paydos" kelimesinden sonra gelen rahatlama, kimileri için hep hayr olması beklenen "akıbet", benim ve akademisyen meslekdaşlarım için "sonuç" kısmını tumturaklı biçimde kaleme alabilme ikliminde ortaklaşıyor. ölüm yine her tür insan kümesini düzleştiriyor ama bu düzleştirmeden önce bir duvar ustasının işini düzgün yapması, bir akademisyenin iddialarını ispat edecek biçimde iyi bir kurgusallık taşıyacak eserler bırakması sonuç kısmını belirliyor.

paydos faslımız, akıbetimiz ve sonu(çu)muz güzel olsun! fiziki ve mental emekçilerin tamamının bir mayıs bayramı kutlu olsun!

(1) sabri orman hoca ile ilgili daha ayrıntılı ve derli toplu mükemmel bir yazı için bkz. coşkun çakır, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1741705
(2) rind tipi insanlar, zamanla olgunlaşacağı, yaşadıkça çevresindeki olaylar ve insanlara karşı daha hoş görülü, elinden ve dilinden diğer insanlara zarar gelmeyen, sabırlı ve her şeye kızmayan ve parlamayan birey demektir. rindler gönül zengini ve gönül ehli insanlardır. para pul, makam mevki, güç ve iktidarı, yani dünyalık ve geçici şeyleri birinci sıraya almazlar. madem ki fani dünyada yaşıyoruz, zaten hayat kısa, dünya ve hayat meşgalesi insanları hırpalıyor; öyle ise işleri zorlaştırmayalım ve aksine diğer insanların hayatını kolaylaştıralım, diyen insanlardır. daha fazla açıklama için bkz. https://ahmetunver.com.tr/2020/02/16/olum-bahar-ulkesidir-bir-rinde/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yaşar Nezihe Bükülmez (Hayatı ve Şiirleri)

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi

Dünyanın Tüm Bayramları Geri Dönülmezdir!

Dünyanın Tüm Sabahları adlı ünlü film, sinema, müzik, estetik ve aşkı buluşturur. 17. yy sonlarında Fransa’da, sarayda başlayan filmde saray müzisyeni, büyük bir salonda kederli bir halde öğrencilerine ders verirken mutsuz bir ruh hali ile konuşuyor. Çok saygı duyduğu ustasından söz etmeye başlıyor. Büyük bir viyola sanatçısı olan ustası, karısının ölümünden sonra çiftliğindeki kulübede inzivaya çekilmiş halde iki kızıyla yaşamıştır. Bazen karısını yanında hayal eden, ona aşkını koruyan ustası, saraydan aldığı teklifi düşünmeden ilkeleri uğruna geri çevirir. Bu ilkeler, saray müzisyenliği yapmamak, müziği sarayın emrine sokmamak, müzikte şan-şöhret aramamak gibidir. Bir gün genç bir müzisyen gelir yanına ve onu eğitmeyi belli şartlarla kabul eder ama genç, ustasının ilkelerini çiğner ve saraya müzisyen olur. Film, günümüz insanına ve ahlaki tercihlerine atıfta bulunuyor, yaşama nasıl bir anlam vereceğimizle ilgileniyor. Ne için yaşadığımız veya çalıştığımızı, sanatı neden ve kim için y

Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler

  Mehmet Dikkaya   Künye: Mehmet Dikkaya, “Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler”, Türk Yurdu , Ağustos 2023, ss. 16-22. Türkiye ekonomisinin yüz yılında birçok temel değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Sektörel ve yapısal bazda meydana gelen bu değişimin bir sonucu olarak yüz yıl sonunda ekonomik açıdan bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştır. Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası karşılaştırmasında hayal edilen bir ekonomik yapının varlığından söz edilemez. Lakin içinden geldiğimiz coğrafya ve dezavantajlı bir başlangıç seti oluşturan tarihsel arka plan düşünüldüğünde bu manzara küçümsenmeyecek bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Bu savı ispatlamak için evvela önceki yüzyıllardan kalan mirasa odaklanmak yerinde olacaktır. Osmanlı’dan Kalan Miras Osmanlı’nın klasik döneminde (1300-1600) iktisat ve siyaset dengesini koruyup geliştiren bir düzene sahip olduğu, toprak, esnaf sistemi ve ticaretin birey, toplum ve devletin ihtiyaçları arasında dengeyi kurmaya odaklandığı a