Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Doktor Dövmek ya da Aydın Taşlamak

Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914) Gerektiğinde doktorları tartaklama, üstelik bunu bir övünç vesilesi olarak sunma eylemi, asrın cahilliğinin bizde bıraktığı bir tortu olsa gerektir. sıradan bir tıp kitabı şöyle dursun ilk öğretimde fen bilgisi dersindeki sıradan çiçek yaprak böcek üreme vs konularını bile algılamada zorlanan beyinlerin, aradan yıllar geçtikten sonra sanki bu konular üzerinden doktorlarla hesaplaşması gibi durmaktadır. genelleştirme yapmamaya dikkat edecek biçimde bireysel olarak bendeniz de doktorların, insan yaşamının sırlarına dair aşırı bir donanıma sahip olmaktan ötürü kendisi gibi olmayan diğerleri üzerinde hafif bir tahakküm kurma eğilimi taşıdıklarını gözlemlesem de asla bir doktora el kaldırmayı aklımın ucundan bile geçirmedim. Üstelik türkiye'nin modernleşmesi ve dünyada olan biteni anlayarak ülkeye adaptasyonunda da mekteb-i tıbbiye'nin büyük katkısı vardır. modernleşmeye öncülük etmenin yanında türk müziği'nin alaaddin yavaşçalarından amir ateş&#

Aklı Ahmed, Gönlü Güner, Zevk-i Sayar

                                                                Ahmed-i Sani olan Ahmed’lere ithaf olunur.  Prof. Dr. Zekai Özdemir Tepeden Tırnağa Anadolu; Ahmed Güner Sayar Bir varmış bir yokmuş, küçük bir ilçede doğan büyüyen bir  çocuk varmış. Üniversite yıllarında “Osmanlı, Osmanlı” diye gönül-kafa yorarmış. Sosyoloji hocası, Sabri Ülgener isimli bir hocanın kitaplarını tavsiye edince, o gün ki şartlar içinde ulaşabildiği kitaplarına ulaşıp okumuş. Sonra Zeki Velidi Togan’ın “Tarihte Usul” kitabıyla karşılaşmış. Bir taraftan Osmanlı diğer taraftan metodoloji okuyarak fakülteyi bitiren ilçeli genç üniversiteye asistan olmaya karar vermiş ve ilmi çalışmalarına ilk adımı atmış. Derken “Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması”, isimli bir kitapla karşılaşmış. Almış ve satır satır okudukça, yazarına hayranlığı artmış ve akabinde  “Bir İktisatçının Entellektüel portresi Sabri F. Ülgener” isimli kitabı eline geçmiş ve bir roman, bir hatıra, bir armağan kitabı okur gibi okumuş. İşte o

Otomobil Parasına Radyo: Yetmişli Yıllarda Devlet

bir arkadaşımın paylaştığı eski bir radyo, bendenizi eski bir hikayeye götürdü. rahmetli mehmet amcam, namı diğer "ford mehmet", askere gitmeden konya merkezde at arabası ile taşımacılık işleri yaparmış. at arabasından, kendisine ölümünden sonra bile bir lakap bırakacak ford kamyonlara doğru yolculuğunun ilk aşamaları diyelim buna. elbette o günün koşullarında at arabası sahibi olmak günümüzde bir otomobil sahibi olmak kadar prestijli bir durum. üstelik hem evin geçimini sağlıyor hem de motorlu araçların yaygın olmadığı bir dönemde kente kapağı atabilenler için saman parasına ulaşım imkanları sunuyor. genç bir delikanlı olan amcamın askere çağrılmasıyla birlikte at arabası ile olan bu duygusal ilişki bozuluveriyor. işi sürdürecek başka kimse de olmayınca birliğine teslim olmadan bir-iki ay önce at arabasını satmak zorunda kalıyor. anadolu'da askerlik, hayatta önemli bir dönüm noktası o zamanlarda ve her şey askerden gelmekle ilişkilendirilir. adeta milattan önce-milattan

Sabri Ülgener Hocamız

Prof. Dr. Zekai Özdemir Ülgener hoca mekanistik iktisatçılarda çoğunlukla rastlanan tekyönlülüğün önünü bir yerden kestiği görülür.Bunu yaparken onun sosyolojiyi, tarihi olgular harmanlayarak felsefi bir atıf çizgisinden bakması elbette   Ülgeneri, sözü edilen mekanistik  iktisatçının maddeye bakışının çok ötesine götürmüştür. ( Sayar, Ülgener Yazıları, Derin Yay. 2006, 27.) Devletin şirazesi, toplumun endazesi, bireyin hendesesi kalmadığı için Osmanlı çözülmüştürÜlgener ve Weber metodolojine yeniden bir bakış; Ülgener kendi döneminde bilim siyaset, bilim ticaret, bilim bürokrasi ve bilim ideolojilerden ayrındırılmış  Ömer Lütfi Barkan'dan sonraki tek bilim insanıdır. Ülgener Hegel'in metafiziği, Nietzsche'nin vitalizmi ve Marx'ın materyalizmine karşı kültür bilimini kavramlaştırma, kültür biliminin gerçekliğini ve tecrübesini bilgi boyutunda Osmanlı iktisat gerçeğine uygulamıştır. Bu anlamda Ülgener'in Türkiye'nin ilk ve tek yeni Kantçı epistomolğudur. Yani Ülg

Paydos, akıbet veya sonuç?

sürekli, "ne düşünüyorsun" diye soruyorsun ya! hayatın anlamı üzerine düşünüyorum, facebook (ve elbette burada buluştuğumuz candaşlar)! içeriğinin düzenli biçimde değiştiği bir anlam kümesi bu. anlam yitikliğine ilişkin en fazla boşluğu hissettiğim geçen bayramdı. elim telefonun listesine gitti. bazı insanları aramak istemedim, çünkü varlık alemini kendilerince şenlendirmelerine rağmen benim için mevcut değillerdi. yine de canlarının sağ olmasını, mutlu olmalarını ve hayat denen arayışın bir yerinde tekrar buluştuğumuzda dostluğun sırlarına dair daha çok deneyimlenmiş olmalarını dilerim. rehberimde artık daha sık karşılaşmaya başladığım bazı candaşları ise cidden bu alemde bulunmayanlar oluşturuyor. neredeyse otuz yıllık dertleştiğim ve varlığını duyumsamaktan hiç geri durmadığım sabri orman hocam artık yok örneğin. en son karacaahmet'te selamlaşıp dertleştik. dahası yok. semtine bile yaklaşamadım ama hep ona özendim. zira bir zerafet ve istikrar abidesiydi. ilkeleri olan

Bir Gözlem(ci) Olarak İnsan

İnsanoğlunun yapabileceği en basit eylemlerden birisidir gözlem. İyi ve kötü arasındaki farkı hep bu yeteneği ile kavramaya çalışır. Çalışkanlık ve dürüstlüğün sonunda mutlaka insan bir dönüşünün olduğunu, buna mukabil tembellik ve ayak oyunlarını şiar edinmenin bir gün mutlaka kendi ayağına dolanacağını da gözlem yaparak öğrenir. Ömrü boyunca hiç görmediği ama etrafındakiler var dediği için inanmak durumunda kaldığı Tanrı'nın mevcudiyetine de kanımca gözlem yeteneğine bağlı olarak inanır. Kısaca, aslında ne kadar müdakkik bir gözlemci isek o kadar doğruyu, güzeli, istikameti ve Tanrı'yı bulma yolunda iyi yolcular oluruz. Kalabalık ailelerde yaşayanlar çok iyi bilir. Eğer iyi bir gözlemci iseniz, büyüklerin yaptığı hatalardan veya geçtikleri çetrefilli yollardan iyi dersler çıkarırsınız. Tecrübe adı da verilen bu dersler sizin daha dikkatli olmanızı sağlar. Böylelikle bir alkoliğin çocuklarının nasıl pırıl pırıl olabildiğini, bir düzenbazın kardeşlerinin nasıl saf ve dürüst ola

İktisatçı Dostoyevsky

Prof. Dr. Zekai Özdemir Ölüler Evinin Ekonomik Analizi;Cezaevi Rantı Paranın özgürlük olduğunu belirtip bu özgürlüğün cezaevinde de hüküm sürdüğünü ifade eder. S.42) Cebine para giren mahkumun o parayı harcamasada teselli oluşunum üzerinde durur. Sonra tefecilik çalışma hayatı ve rehin vermenin cezaevi ekonomisinde rantın kazancının nasıl döndüğü üzerinde durur.S.43)Yoksulluktan kaynaklanan nedenle paranın cezaevindeki değeri özgür hayattaki değerinden daha yüksek olduğunu tesbit eden Dostoyevsky hırsızlıktan gelenlerin içerde yine hırsızlık yaptıklarını görür.D.43)Kaçacılık ve içki satıp zenginleşenleride göz önüne serdiği eserinde, aslında cezaevinin bir anlamda ıslah edici olmadığını gözler önüne seriyor.Kaçakçılar psikolojini öyle tahlil eder ki, zengin olmak için değil, o işi yapmak için yaparlar der. Onları sanat için sanat yapanlara benzeten S.44)Dostoyevsky tutukluların zengin olmasalar bile her zaman bir kazanç yolu bulduklarını tesbit eder.S.45)Sadaka usulününde cezaevinde o

Ah Martina ah!

16 Kasım 2022 İktisat son sınıf öğrencileriyle dün geçen diyalog, ağlanacak halimizi özetliyor: - Smith, Ricardo ve Marshall nerelidir arkadaşlar? Sınıftan çıt yok. Cesaretli (!) bir kahraman cevap verdi nitekim: - Alman hocam! İroni olsun diye ben de: - “Hayır! Tanzanya’lıdırlar” dedim. * Ardından ekledim: - “Ama Tanzanya diye bir devlet yok onların yaşadığı zamanda” dedim. Aynı öğrenci bu kez demesin mi: - Ama hocam bizi neden yanıltıyorsunuz? * Ortaokul aritmetiği içeren basit bir soruya sınıfın yarısının neden yanlış cevap verdiğini bir anda unutuverdim. * Oysa soru şuydu: “Türkiye’nin 2021 hasılası 800 milyar dolar ise ve bu rakam dünya hasılasının %1’ini oluşturuyorsa toplam dünya üretimi ne kadardır?” Yazık ki, 800 trilyon dolar cevabını işaretleyenler dersi alan 100 kişinin yarısını oluşturmuştu. Suçluyu bulmakta gecikmedik tabii: * Hesap makinasıymış meğer suçlu: Köftehor alet 800 milyar doların üzerini hesaplayamıyormuş. … Martina Mcbride’ın “Teenage Daughters” şarkısındaki

Kars mı, mars mı?

18 Kasım 2022 İnsan, çocukluğunu geçirdiği, sevdikleriyle dolu dolu hatıraları olduğu öz vatanını özler genelde. Bu gayet doğal olan durumun başka diyarlar için de mümkün olduğunu söyleyebilir miyiz peki! Bir akrabam, Zara’da geçirdiği günleri özlediğinden söz etmişti bir vakit. Kesinlikle haklıydı. Batıyı bilmiyorum. Ben orta Anadolu çocuğuyum ve ortalama her orta Anadolulu gibi ortasından bakarım dünyaya. Lakin memleketin doğu veya güneydoğu kısmına, ilk başta ayakları geri geri gidenlerin sonradan orada geçirdiği günlere genelde özlem duymalarının bir nedeni olmalı sanki. Havası mı? Suyu mu? Yemekleri mi? Kurulan dostluklar mı? İnsanlık ve mürüvvet iklimi mi? Veya bunların bütünü müdür doğuyu, orada bir süre yaşayan insanların gözünde eski bir dostuna kavuşma heyecanına benzer özlem duymaya iten? Kars’a doğru yola çıkarken 10 bin metre yukarıda bunları düşündüm. Arpaçaydaki düzlüklerde esen rüzgar okşadı sanki yüzümü. Sarıkamış’ın bembeyaz karı ve yazın bir anda zuhur ediveren yemye

Deprem

Eskiden zelzele derlerdi adına. Aslında hadise esnasında olan bitenlerle gayet uyumlu bir kelime. İleri-geri ve/veya yukarı-aşağı yönlü hareketleri anla(t)mak için gayet uygun. En son ve en büyük olanının üzerinden üç hafta geçmiş olmasına rağmen Türkiye insanına, önceki üç haftalarda oluşmuş dengelerin hemen hemen tamamını değiştirmeye yetecek kadar malzeme sunuyor. Bölgeye iki kez gittim bu süre içinde ve gördüklerim kelimelere sığmaya yetecek bir sıklet taşımıyor ne yazık ki! Ya kovboy filmlerindeki, ünlü bir haydut çetesinin geleceğini haber alan kasaba halkının evlere ve sığınaklara çekilip meydanı bir kaç köpeğe bıraktıkları manzarayı anlatıyor manzara veya bilim kurgu filmlerinde kullanılan nükleer saldırı yaşamış ölü kentleri hatırlattı gördüklerim. Yapay film setlerinden en önemli fark ise, izlenen manzaranın tamamıyla gerçek olması. Kentin önceki halini bilenlerin, bir kaç kez gözlerini ovuşturup "bu gerçek olamaz" demesine neden olabilecek kadar trajik bir gerçek