Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Sabri Ülgener Hocamız

Prof. Dr. Zekai Özdemir Ülgener hoca mekanistik iktisatçılarda çoğunlukla rastlanan tekyönlülüğün önünü bir yerden kestiği görülür.Bunu yaparken onun sosyolojiyi, tarihi olgular harmanlayarak felsefi bir atıf çizgisinden bakması elbette   Ülgeneri, sözü edilen mekanistik  iktisatçının maddeye bakışının çok ötesine götürmüştür. ( Sayar, Ülgener Yazıları, Derin Yay. 2006, 27.) Devletin şirazesi, toplumun endazesi, bireyin hendesesi kalmadığı için Osmanlı çözülmüştürÜlgener ve Weber metodolojine yeniden bir bakış; Ülgener kendi döneminde bilim siyaset, bilim ticaret, bilim bürokrasi ve bilim ideolojilerden ayrındırılmış  Ömer Lütfi Barkan'dan sonraki tek bilim insanıdır. Ülgener Hegel'in metafiziği, Nietzsche'nin vitalizmi ve Marx'ın materyalizmine karşı kültür bilimini kavramlaştırma, kültür biliminin gerçekliğini ve tecrübesini bilgi boyutunda Osmanlı iktisat gerçeğine uygulamıştır. Bu anlamda Ülgener'in Türkiye'nin ilk ve tek yeni Kantçı epistomolğudur. Yani Ülg...

Paydos, akıbet veya sonuç?

sürekli, "ne düşünüyorsun" diye soruyorsun ya! hayatın anlamı üzerine düşünüyorum, facebook (ve elbette burada buluştuğumuz candaşlar)! içeriğinin düzenli biçimde değiştiği bir anlam kümesi bu. anlam yitikliğine ilişkin en fazla boşluğu hissettiğim geçen bayramdı. elim telefonun listesine gitti. bazı insanları aramak istemedim, çünkü varlık alemini kendilerince şenlendirmelerine rağmen benim için mevcut değillerdi. yine de canlarının sağ olmasını, mutlu olmalarını ve hayat denen arayışın bir yerinde tekrar buluştuğumuzda dostluğun sırlarına dair daha çok deneyimlenmiş olmalarını dilerim. rehberimde artık daha sık karşılaşmaya başladığım bazı candaşları ise cidden bu alemde bulunmayanlar oluşturuyor. neredeyse otuz yıllık dertleştiğim ve varlığını duyumsamaktan hiç geri durmadığım sabri orman hocam artık yok örneğin. en son karacaahmet'te selamlaşıp dertleştik. dahası yok. semtine bile yaklaşamadım ama hep ona özendim. zira bir zerafet ve istikrar abidesiydi. ilkeleri olan...

Bir Gözlem(ci) Olarak İnsan

İnsanoğlunun yapabileceği en basit eylemlerden birisidir gözlem. İyi ve kötü arasındaki farkı hep bu yeteneği ile kavramaya çalışır. Çalışkanlık ve dürüstlüğün sonunda mutlaka insan bir dönüşünün olduğunu, buna mukabil tembellik ve ayak oyunlarını şiar edinmenin bir gün mutlaka kendi ayağına dolanacağını da gözlem yaparak öğrenir. Ömrü boyunca hiç görmediği ama etrafındakiler var dediği için inanmak durumunda kaldığı Tanrı'nın mevcudiyetine de kanımca gözlem yeteneğine bağlı olarak inanır. Kısaca, aslında ne kadar müdakkik bir gözlemci isek o kadar doğruyu, güzeli, istikameti ve Tanrı'yı bulma yolunda iyi yolcular oluruz. Kalabalık ailelerde yaşayanlar çok iyi bilir. Eğer iyi bir gözlemci iseniz, büyüklerin yaptığı hatalardan veya geçtikleri çetrefilli yollardan iyi dersler çıkarırsınız. Tecrübe adı da verilen bu dersler sizin daha dikkatli olmanızı sağlar. Böylelikle bir alkoliğin çocuklarının nasıl pırıl pırıl olabildiğini, bir düzenbazın kardeşlerinin nasıl saf ve dürüst ola...

İktisatçı Dostoyevsky

Prof. Dr. Zekai Özdemir Ölüler Evinin Ekonomik Analizi;Cezaevi Rantı Paranın özgürlük olduğunu belirtip bu özgürlüğün cezaevinde de hüküm sürdüğünü ifade eder. S.42) Cebine para giren mahkumun o parayı harcamasada teselli oluşunum üzerinde durur. Sonra tefecilik çalışma hayatı ve rehin vermenin cezaevi ekonomisinde rantın kazancının nasıl döndüğü üzerinde durur.S.43)Yoksulluktan kaynaklanan nedenle paranın cezaevindeki değeri özgür hayattaki değerinden daha yüksek olduğunu tesbit eden Dostoyevsky hırsızlıktan gelenlerin içerde yine hırsızlık yaptıklarını görür.D.43)Kaçacılık ve içki satıp zenginleşenleride göz önüne serdiği eserinde, aslında cezaevinin bir anlamda ıslah edici olmadığını gözler önüne seriyor.Kaçakçılar psikolojini öyle tahlil eder ki, zengin olmak için değil, o işi yapmak için yaparlar der. Onları sanat için sanat yapanlara benzeten S.44)Dostoyevsky tutukluların zengin olmasalar bile her zaman bir kazanç yolu bulduklarını tesbit eder.S.45)Sadaka usulününde cezaevinde o...

Ah Martina ah!

16 Kasım 2022 İktisat son sınıf öğrencileriyle dün geçen diyalog, ağlanacak halimizi özetliyor: - Smith, Ricardo ve Marshall nerelidir arkadaşlar? Sınıftan çıt yok. Cesaretli (!) bir kahraman cevap verdi nitekim: - Alman hocam! İroni olsun diye ben de: - “Hayır! Tanzanya’lıdırlar” dedim. * Ardından ekledim: - “Ama Tanzanya diye bir devlet yok onların yaşadığı zamanda” dedim. Aynı öğrenci bu kez demesin mi: - Ama hocam bizi neden yanıltıyorsunuz? * Ortaokul aritmetiği içeren basit bir soruya sınıfın yarısının neden yanlış cevap verdiğini bir anda unutuverdim. * Oysa soru şuydu: “Türkiye’nin 2021 hasılası 800 milyar dolar ise ve bu rakam dünya hasılasının %1’ini oluşturuyorsa toplam dünya üretimi ne kadardır?” Yazık ki, 800 trilyon dolar cevabını işaretleyenler dersi alan 100 kişinin yarısını oluşturmuştu. Suçluyu bulmakta gecikmedik tabii: * Hesap makinasıymış meğer suçlu: Köftehor alet 800 milyar doların üzerini hesaplayamıyormuş. … Martina Mcbride’ın “Teenage Daughters” şarkısındaki...

Kars mı, mars mı?

18 Kasım 2022 İnsan, çocukluğunu geçirdiği, sevdikleriyle dolu dolu hatıraları olduğu öz vatanını özler genelde. Bu gayet doğal olan durumun başka diyarlar için de mümkün olduğunu söyleyebilir miyiz peki! Bir akrabam, Zara’da geçirdiği günleri özlediğinden söz etmişti bir vakit. Kesinlikle haklıydı. Batıyı bilmiyorum. Ben orta Anadolu çocuğuyum ve ortalama her orta Anadolulu gibi ortasından bakarım dünyaya. Lakin memleketin doğu veya güneydoğu kısmına, ilk başta ayakları geri geri gidenlerin sonradan orada geçirdiği günlere genelde özlem duymalarının bir nedeni olmalı sanki. Havası mı? Suyu mu? Yemekleri mi? Kurulan dostluklar mı? İnsanlık ve mürüvvet iklimi mi? Veya bunların bütünü müdür doğuyu, orada bir süre yaşayan insanların gözünde eski bir dostuna kavuşma heyecanına benzer özlem duymaya iten? Kars’a doğru yola çıkarken 10 bin metre yukarıda bunları düşündüm. Arpaçaydaki düzlüklerde esen rüzgar okşadı sanki yüzümü. Sarıkamış’ın bembeyaz karı ve yazın bir anda zuhur ediveren yemye...

Deprem

Eskiden zelzele derlerdi adına. Aslında hadise esnasında olan bitenlerle gayet uyumlu bir kelime. İleri-geri ve/veya yukarı-aşağı yönlü hareketleri anla(t)mak için gayet uygun. En son ve en büyük olanının üzerinden üç hafta geçmiş olmasına rağmen Türkiye insanına, önceki üç haftalarda oluşmuş dengelerin hemen hemen tamamını değiştirmeye yetecek kadar malzeme sunuyor. Bölgeye iki kez gittim bu süre içinde ve gördüklerim kelimelere sığmaya yetecek bir sıklet taşımıyor ne yazık ki! Ya kovboy filmlerindeki, ünlü bir haydut çetesinin geleceğini haber alan kasaba halkının evlere ve sığınaklara çekilip meydanı bir kaç köpeğe bıraktıkları manzarayı anlatıyor manzara veya bilim kurgu filmlerinde kullanılan nükleer saldırı yaşamış ölü kentleri hatırlattı gördüklerim. Yapay film setlerinden en önemli fark ise, izlenen manzaranın tamamıyla gerçek olması. Kentin önceki halini bilenlerin, bir kaç kez gözlerini ovuşturup "bu gerçek olamaz" demesine neden olabilecek kadar trajik bir gerçek ...

A(sosyal) medyanın bedevileri

Sosyal medyada yaşayan bedeviler ise, sözde şehirlerde yaşar ve internet gibi imkanları kullanırlar. İlk bakışta, "yazma" konusunda başlangıç düzeyinde bir tecrübeye sahip oldukları anlaşılsa da "okuma", hele "okuduğunu anlama" açısından en vahşi bedevinin bile gerisine düşerler. Kendi isimlerini, "mertçe" kullanmaktan ürktükleri için, içlerindeki bütün pislikleri hiç bir hesap verme duygusu içinde olmadan rahatlıkla boşaltabileceklerini düşünürler. Nasılsa, "bir okuyucu" olarak kendini tanımladığında, gerçekten "okuyucu" olmayacaktır. Ama özellikle "bir insan" yazanına rastlanmaz; çünkü din ve uygarlıktan bir kırıntı barındırmasa bile, "vicdan" sahibi olmayı gerektirecektir bu durum. Bir dinleri, kimlikleri, vicdanları, Tanrıları yoktur ve bunlar olmayınca, şeytanla her daim horon oynayan "heva ve hevesleri" ne emrederse onu yaparlar. Bir kısım başarıları sonucu beşeri arzularına yenilerek sonund...

Önyargının ya da 14 Mayıs'ın Sosyo-Politiği

Çocukluğum, akıncı gençlerin duvarlara kahramanca (!) “Tek Yol İslam” yazıları yazdığı, Milli Selamet Partisi ve onun efsanevi liderinin tek kurtuluş reçetesi olarak sunulduğu bir ortamda geçti. Rahmetli Mehmet dedem, askerde iken onun bölüğünde çavuşluk görevi üstlenmesine rağmen Rahmetli Türkeş ve ekibi ile bile mesafeli oldu. Türkeş’i hep saygı duyduğu bir komutanı olarak görmek istedi belli ki. Ardından, dedemle hayatta iken yıldızları fazla barışmasa da rahmetli babam da bayrağı taşımaya devam etti. Öyle ki, yazarlarını hiç tanımadığı ve sadece taraftarlık niyetine desteklemek adına Millî Gazete hisselerini satın almıştı. Zira ilginç biçimde mevzu rahmetli Erbakan Hoca’ya gelince her şey aniden değişiverirdi. Çünkü din, iman, kitap gibi kavramları bolca kullanarak ve Konya’nın muhafazakâr halkının  cumhuriyetle yaşadığı tarihsel dezavantajlı konumunu  örtük biçimde vurgulayarak samimi olduğuna inandırmıştı Konyalıları. Belki de samimiydi, bilinmez. Zira Ahmet Tabakoğ...

Test sınavlardan kalitesiz cumhurbaşkanlığı seçimleri...

1 Ağustos 2022 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin üzerinden sekiz koca yıl geçmiş. Bir yıl sonra yeniden seçim yapılacak ve şimdi “en etkili” makama evrilmiş bir koltuk için seçenekler hala çeşitlenmiş değil. Muhtemel adaylar yaşlandı, hatta yıprandı. Niyeyse tarih hep tekerrür ediyor bu topraklarda. Seçim yerine “zoraki bir tercih” sorunsalı ile karşılaşacak görünüyor tekrar yurdum halkı. Ne diyelim? İyi oynayamayan kazanamıyor, kazanan pek iyi oynayamıyor. Oyuncular mı oyun mu sorunlu, bilinmez. Kerameti kendinden menkul bir demokrasi örneği de denebilir. 1 Ağustos 2014 A) Ekmelettin İhsanoğlu. 71 yaşında. Yaşlı ve iyi birisine benziyor. Ama sadece iyi birisine. Türkiye'ye Cumhurbaşkanı olacak kadar ülkeyi bilmiyor. Her gün toplumun dikkatinden kaçmayan ilginç gaflara imza atıyor. "Devlet başkanı olmak için siyasetçi olmasına gerek yok bir insanın" absürt fikri ile ortaya sürüldü. İlla bir çatı isteniyorsa, ağzı daha iyi laf yapan ve tarih, edebiyat pek çok konuda ...

Ali emmi

Hacı Ali derlerdi adına. Gözümüzü açtık, onu gördük. Hep etrafımızdaydı. Sürekli hareket halinde, kabına sığmayan, gördüğüm en “içten patlamalı motor” kategorisinde sayılabilecek kişiydi. Amcamdı. Ya da eski söyleyişle Ali Emmi derdik kendisine. Her konuyla ilgili idi. Özellikle siyaset konularında çok aktifti. Geleneksel olarak “selametçi” kanadın hararetli savunucularındandı. Okuyana, okutana ve okumaya karşı çok özel bir duruşu vardı. Beni de, kendince dünyanın en iyi üniversitesi olarak kabul ettiği “Ezher’de” okutacağını dillendirirdi sık sık. Bu amacına ulaşamadı ama büyük oğlu Mehmet abim, kaderin savunmasıyla da olsa bu konuda muvaffak oldu. Kahire radyosu Türkçe bölümünde de çalışma tecrübesi yaşaması, lise yıllarımda mehmet abimin Mısır’dan gönderdiği Arapça öğrenme setleriyle tanışmama vesile oldu. Ali amcamın eğitimime dolaylı etkileri yanında doğrudan sunduğu insani katkıları da unutmam mümkün değil. Bir yaz günü, sabah namazından sonra bir bütün karpuzu ortadan ikiye bö...

Zihinsel dönüşüm ihtiyacına dair: bir giriş

altı yıldır, üzerine yüzbinlerce yorum yapılmış, spekülasyonlara konu olmuş ve çoğu kimsenin ucundan kendi bakış açısına sabitlemek için çekip durduğu bu olay(lar zinciri) de neyin nesiydi? zincirin halkasının nerede başladığı, nasıl gerginleştiği ve nasıl bu kadar sert biçimde koptuğu, hatta atomlarına ayrıldığı sorularının cevaplarını, tam emin olmamakla birlikte tarih ve tarihçiler verebilir. buradan, mezkur ayrışma veya tozlaşma sürecinin ekonomi-politiğini yapmak istemediğim anlaşılıyor olmalı. bunun yerine, hem bir zihniyet analizine ışık tutma bakımından malum travmatik dönemin hemen ertesinde yaşanan gerçek bir hadise(ler) zincirinden kesit sunarak manzaraya başka bir pencere açmaya çalışacağım. altı yıl önce bir kaç gün içinde vuku bulan ama muhatapları nezdinde etkisi yıllardır devam eden bu kesit olayın temel öznesi, iyi bildiğim(i sandığım) bir akademisyen arkadaşım oldu. anadolu'nun mütevazi bir şehrinde bir fakültenin dekanlığını yapmakta olan bu "dindar" za...

Başarılı çocuk yetiştirme ve anne sultan!

1. Çocuğun hobisini zaman kaybı olarak görmemek 2. Çocuk adına karar vermemek 3. Paralı veya havalı işlere mutlu olmaktan çok değer vermemek 4. Paranın kıymetini öğretmek Şimdi düşünüyorum… Okuma yazma seferberliğinin olduğu 1980'lerin başlarında devam ettiği bir kaç aylık kurs dışında hiç okul yüzü görmemiş annem bu kuralların bir çoğunu çocukları üzerinde uygulamıştır. Başka konularda ısrarları ve dominant olma çabaları oldu ama yukarıdaki 4 konuda iyi bir bilinç sahibiydi.   Hemen hepimiz yıllarca kenpo karateye devam ettik. O kadar çamaşır yükünün üzerine karate elbiseleri de eklendi ama buna hiç ses ettiğini hatırlamıyorum. Eminim, “bağlama öğreneceğim” deseydik, bir “sordum sarı çiçeğe” ilahisini seslendirme karşılığında ile o konuda da tavlardık kendisini. “Tecrübeli bir kayınvalide olarak gelinlerle kendisinin de epey zaman geçireceğini düşünerek” eş seçimini özgürce yapmamız konusunda biraz zorlandı gerçi. Geleneksel bakış açısı içerisinde buna hakkı olduğunu düşünmüş olma...

Kovanağzı'nda bağ bozumu...

zamanı geri çevirmek mümkün olsaydı, yıkılmadan önce çatı katına çıkar ve bütün lüzumlu lüzumsuz hatıraları bagaja doldururdum. hatta benim lise kitaplarım ve dergilerim bile vardı çatıda. allah'tan eski transistörlü radyoyu kurtarmışım zamanında ve emin ellere teslim etmişim. her şeyi ile ilgilenmiştik o evin. sahra tuvaletin tekelinden kurtarmış ve banyoya bir klozet kondurarak büyük bir devrim yapmıştık. tabi öncesinde çamur sıvalı kerpiç cepheyi sıyırarak beton sıva yapıp fevkalade lüks bir konutumuz olduğuna inandırmıştık kendimizi. öncesinde "bizim evimiz altı taş, üstü kerpiç" diyerek sağlam bir evimiz olduğunu iddia ederdik oysa.  bir evin temelinin taştan olması, büyük bir zenginlik alametiydi o zamanlar. ve henüz betonarme devrimi icat edilmemişti. hatta ak parti kimsenin rüyasına bile girmemişti ve "inşaat ya rasulallah" naraları atacak bir müteahhit nesli bile türememişti.  kendi halimizde küçük kovanağzı caddesinde ikamet eden garibanlardık. ben oku...