Ekim 2013, çağdaş
Azerbaycan’ın mimarı ve ülkenin istikrarının önderi olarak kabul edilen Haydar
Aliyev’in devlet başkanı oluşunun 20. Yılı olarak şaşaalı biçimde kutlanacak.
Bu eksende, bu dönemin, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine bakan yönüyle kısa bir
analizi yapılacak olursa, Sovyet sonrası dönemin en fazla heyecan verici
konularından birisinin Türkiye-Azerbaycan ilişkileri olduğu görülecektir.
Öncelikle, dost ve akraba
ülkeler olan Türkiye ve Azerbaycan'ın, Sovyet sonrası dönemde ortaya çıkan
jeo-politik değişimle başlayıp günümüze kadarki süreç içinde, toplum ve
yönetici elitler nezdinde karşılıklı ilişkileri oldukça ilerlemiştir. Türk
akademik ve siyasal algısında Türk dünyası tanımlanırken; “Azerbaycan ve diğer
Türk Cumhuriyetleri” ifadesinin kullanılması, bu dünya ile ilişkilerde
Azerbaycan’ın eşsiz konumunu ifade eder. İki ülkenin dış politikasında,
öncelikli alanlar olarak da birçok ortak nokta bulunur. Ermeni meselesi ve
Ermenistan’la ilişkilerin, Hem Azerbaycan hem Türkiye için oldukça kırılgan ve
yüksek önemi haiz olması bunların en önemlilerinden sayılabilir.
Bu eksende, ortak kültür ve
tarihsel dinamiklerin mevcudiyetine paralel olarak iki ülke için ortak bir
kaderin varlığından söz edilebilir. 1990 sonrası ortaya çıkan cari ihtiyaçların
giderilmesi, sosyo-ekonomik sorunların karşılanması ve Kafkasya’da bölgesel
istikrarı tehdit eden unsurların ortadan kaldırılması bu iki ülke için ortak
bir çizgiye yönelmeyi gerektirmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile
birlikte, Rusya ve Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan ile ilgili izlediği
bölgesel strateji, yine bu iki ülkede ortak güvenlik endişelerinin oluşmasına
neden olmuştur.
Bu durumun bir uzantısı
olarak Azerbaycan’da istikrarın yakalanamadığı 1990’lı yılların başında bu
ülkeyi etkileyen olaylar, her iki tarafta da derin kaygılar oluşturmuştur.
Kafkasya ve Orta Asya’da yeni bağımsız akraba cumhuriyetlerin ortaya çıkmasının
iki kanatta yarattığı ilk coşku, dönemin başlarında kısa bir sürede yerini
karamsarlığa terk etmiş ve sonraki dönemde daha sıkı bir dayanışmanın
gerekliliği anlaşılmıştır. Bu dönemin başında, Azerbaycan’ın piyasa ekonomisine
geçiş sorunlarının çözümlenmesinde ve uluslararası ilişkilerde stratejik bir
müttefike sahip olmasında Türkiye, içerde yaşadığı politik istikrarsızlığa
rağmen tam destek sunmuştur. Bu dönemde Türki Cumhuriyetlere yönelik olarak mal
ve proje bazlı başlatılan Eximbank kredileri programında Azerbaycan’ın aldığı
pay hatırı sayılır derecede büyük olmuştur. Denebilir ki, 1995’te Haydar
Aliyev’e Türkiye’den bazı resmi zevatın darbe girişiminde bulunması ve 2008
yılında, aslen bir Batı-ABD planı olan Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin
normalizasyonu için protokollerin imzalandığı dönemler hariç tutulacak olursa,
Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin, söz konusu dönemde ciddi bir türbülans
yaşadığı görülmemiştir.
Türkiye-Azerbaycan
ilişkilerinin ekonomi politiği, dış ticaret, doğrudan yatırımlar, beşeri
sermaye akımları ve bölgesel işbirliği örnekleri ekseninde güçlü bir profil
çizmektedir. 2012 yılı itibarıyla, karşılıklı ticaretin 3 milyar doları aştığı,
bağımsızlıktan beri müteahhitlerinin yaklaşık 4.5 milyar dolarlık teahhüt işi
üstlendikleri ve petrol dışı yabancı sermaye bağlamında en büyük yatırımcı
haline geldiği Azerbaycan’daki Türkiye, ülkenin ekonomik geleceğinin belirleyici
unsurlarından birisi olmuştur. Aynı şekilde, yılda 10 binden fazla
Azerbaycan’lı öğrenciye eğitim veren kurumlar da Türkiye kaynaklıdır.
Bu ilişkiler, iki ülkenin
karşılıklı çıkarlarını maksimize etmenin yanında daha geniş bir perspektiften
bölgesel ve küresel bir etki alanına sahiptir. Kafkasya’daki bölgesel ekonomik
gelişmenin tetiklenmesi ve bölgesel güvenliğin sağlanmasına uzanan bir çizgide,
gerçekleşen ve planlanan projelerin bu bağlamda önemi büyüktür. Hazar kaynaklarının
Avrupa’ya transferinden bahseden projelerden söz edildiğinde, ilk akla gelen
Türkiye ve Azerbaycan arasında uzun zamandır süregelen istikrarlı ilişkiler
olmaktadır.
Türkiye’nin Orta Asya ve
Kafkasya politikalarının geliştirilmesine yönelik olarak da Azerbaycan’la
ilişkileri merkezi bir role sahiptir. Bu rolün ortaya çıkmasını sağlayan
unsurlar olarak; Sovyet sonrası coğrafyada ortaya çıkan fırsatları değerlendirmede
Azerbaycan’ın Türkiye’ye eşsiz fırsatlar sunması, coğrafi ve beşeri sermaye
düzleminde en yakın ülke olması,
Türkiye’nin artan enerji talebini karşılamada alternatif bir aktör olarak
ortaya çıkması ve bu gücünü her geçen yıl pekiştirmesi, Türkiye’nin hızla
gelişen ihracat sanayileri için, artan gelir düzeyi ile önemli bir pazar haline
gelmesi gibi faktörlere temas edilebilir.
Tersinden, yani Azerbaycan
merkezli olarak karşılıklı ilişkilere göz atılacak olursa, bu dönemde ortaya
çıkan gelişmeler baz alınarak şunlar ifade edilebilir: Türkiye, Soğuk Savaş
sonrası ortaya çıkan yeni koşullarda ve yeni jeo politiğin meydana getirdiği
sorunların aşılmasında Azerbaycan için eşi bulunmaz bir ortak olmuştur. Bu
anlamda İran’ın da şansı bulunmasına rağmen, Avrupa pazarlarına çıkış için
Türkiye daha güvenli ve dost bir seçenektir. İkincisi, Azerbaycan için Türkiye,
piyasa ekonomisine geçişte model alma ve özellikle son 10 yıl içerisinde
kurumların demokratikleşmesi bağlamında özenle dikkate alınması gereken bir
ülkedir. Refahın tabana yayılması ve bunun toplumsal tansiyonu düşürme
üzerindeki etkilerini model alma açısından da Türkiye Azerbaycan için oldukça
önemlidir. Özellikle sanayi ürünlerinin temin, alt yapının inşası ve
yürütülmesi açısından Türkiye’nin Azerbaycan’a sunmuş olduğu seçenekler bir
hayli fazladır. Daha da önemlisi, uluslararası ekonomik politik açısından
Türkiye’nin, mevcut haliyle Azerbaycan’a küresel fırsatlar sunma ihtimali
yüksektir.
Ağustos 2008’deki
Rusya-Gürcistan çatışmasının bölgesel ekonomik etkileri düşünülürse, Güney
Kafkasya’da Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan düzleminde ciddi bir alt bölgesel alan
ortaya çıkmıştır. Bölgesel projeler tamamlandığında, bu alanın Rusya ve İran’a
daha az bağımlı olacak şekilde gelişmesi ve Batı ile entegrasyonu mümkün
olabilecektir. 2009 yılında ikili ilişkilerin normalleşmesine ilişkin olarak
imzalanan protokoller ekseninde, Türkiye-Ermenistan sınırının açılma
olasılığının gündeme gelmesinin bile, sonuçlar bağlamında bazı kuşkular
bulunmasına rağmen bu bölgesel dinamizm ekseninde ortaya çıktığı söylenebilir.
İki ülkenin retorik olarak
Haydar Aliyev döneminden kalma, “bir millet, iki devlet” algısının, diğer Türki
cumhuriyetlerle karşılaştırıldığında daha fazla gelişme gösterdiği
görülmektedir. Siyasi elitler düzleminde zaman zaman ortaya çıkan ruh
uyumsuzluğu ise halk bazında çoğunlukla yaşanmamaktadır. Bu eksende, resmi ve
formel olmayan ilişkilerin, Türkiye-Azerbayan ilişkilerininin geleceğini
belirleyici olma şansı daha yüksek görünmektedir. Bu konuda, özellikle beşeri
sermaye bağlantılarının karşılıklı etkileşiminin yüksek olduğu dikkat
çekmektedir. Son tahlilde, diplomasinin, kamu unsuru gözardı edilerek
yapılamayacağı ve bir üst aşamaya geçilemeyeceği gerçeği altında, bu
bağlantıların ekonomik ve politik altyapının kökleşmesinde büyük bir kaynağı
olacağı ifade edilebilir.
Sonuç olarak, baba ve oğul
Aliyev’in iktidarı kontrol ettiği 20 yıl içerisinde, Türkiye ve Azerbaycan
arasında, bazı dalgalanmaların yaşandığı bir kaç dönem dışında istikrarlı bir
müttefiklik ilişkisi ortaya çıkmıştır. Bu ilişkilerdeki istikrar, hem
karşılıklı çıkarların bir gereği, hem tarihin ruhunun bir eseri, hem de
uluslararası ekonomi politiğin icabı denebilecek tipik ve eşsiz (unique) bir
nitelik göstermektedir.
Yorumlar