27 Haziran 2012
Hatırlanacağı
üzere, çok yakın bir zamanda Nabucco projesinden Macaristan’ın çekilme
sinyalleri vermesi paralelinde, bir kaç yıldır aktifleşme potansiyeli taşıyan
ve Türkiye’nin AB’ye karşı elindeki büyük bir koz olarak duran bu hattın riske
girmesi, Türkiye’nin varsayıldığı gibi bir “enerji dağıtım merkezi olma”
işlevini etkinleştiremediği yönünde eleştirilerin yapılmasına neden olmuştur.
Acaba bu yeni proje, uzunca bir süredir “bir millet, iki devlet” sözlemlerinin
daha çok lafta kaldığını gösteren Türkiye-Azerbaycan dansının yeni bir parçası ve/veya
yeni bir dansa davet göstergesi olarak sayılabilir mi?
Başbakan
Erdoğan’ın, imzaya şahitlik töreninde Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) ham petrol ve
Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) doğalgaz boru hatları çerçevesinde şimdiye dek ortaya
çıkan iki tarihi gelişmenin yeni bir ayağı olarak bu projeye atıfta bulunması,
Türk-Azeri “parçalı bulutlu” ilişkilerinin yeni bir evre ile daha da gelişmesi
için yeterli bir etken olup olmayacağı henüz belli değilken, gerek Erdoğan,
gerekse Aliyev’in birbirlerine yönelik komplimanları dikkatlerden kaçmadı. Törende
Aliyev’in yaptığı en önemli vurgu ve ilişkileri geliştirme potansiyeli taşıyan
husus halkların yakınlığıdır. Bu yakınlığa siyasal elitler, özellikle
Başkan-Başbakan nezdinde de uzunca bir süredir rastlamak ne yazık ki olası
değildi. Erdoğan’ın en önemli vurgusu ve kardeşliğin göstergesi olarak saydığı
konular daha ziyade ekonomik varlıklar üzerine olmuştur ki bunlar arasında
Aliağa Rafinerisi’nde bu kaynakların işlenmesi ve Petkim’deki Azeri yatırımları
bulunmaktadır. Milyarlarca doları bulan bu yatırımlar, Azerbaycan’ın dikkate
alınması ve ikna edilmesi gereken ve en yakınımızda bulunan önemli ülkelerden
birisi olduğunu göstermektedir.
Güvensiz
Baasçı veya bunların artıkları olan rejimleri destekleme ve bunları demokratik
dünyaya eklemleme çabalarının “Akdeniz’in derinliklerine” gömülmesi ile de
anlaşılmıştır ki, Türkiye’nin Ak Parti döneminde pek çok yönüyle zaaf taşıyan
Türk Dünyası politikasının bütünüyle revize edilme zamanı gelmiştir. Bu anlamda
en azından Demirel ve Haydar Aliyev samimiyetinin bir bölümünün liderler
nezdinde ortaya çıkmasının günümüz Türkiye’si için de büyük bir gereklilik
taşıdığı anlaşılmaktadır.
İzlenmesi
gereken yeni Türk Dünyası stratejisi, toprakları uzunca bir süredir işgale
uğramış bir ülke olarak Azerbaycan’ın son yıllarda ekonomik refahında meydana
gelen artış sonrası kendine daha fazla güvenmeye başlaması ile her zamankinden
daha önemli hale gelmektedir. Gerçekten de 7 milyar dolar civarında bir yatırım
maliyeti gerektiren TANAP projesinde Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi’nin
(SOCAR) payının %80, Türkiye Pertolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ve BOTAŞ’ın
birlikte %20’lik hisseye sahip olması, hem Nabucco gibi çok uluslu projelerdeki
hantallığı ve karar alma süreçlerindeki bıktırıcılığı vurgulamakta, hem de
Azerbaycan’ın doğal gazını “daha çok” kendi imkanlarını Türkiye topraklarını
kullanarak hayata geçirme eğilimlerindeki güçlülüğü yansıtmaktadır.
Nitekim dünyanın yakın zamanda keşfedilmiş ve büyük bir
doğal gaz rezervi barındırdğı anlaşılan Şahdeniz-2 yataklarından çıkarılacak
gazın 16 milyar metreküplük kısmının Türkiye’ye ulaştırılması ve Türkiye’nin
kullanabileceği 6 milyar metreküplük kısmın kalanının Avrupa’ya pazarlanması
projesi olacak bu hattın 24 Aralık 2011’de ön mutabakatı yapılmıştır. Şahdeniz
yataklarındaki doğalgazın üretimine bağlı olarak ve bu doğal gaz boru hattı
projesinin inşasına bağlı olarak ortaya çıkacak bu gelişme BTC petrol ve BTE
doğal gaz projelerinin hayata geçmesinin ardından Türk-Azeri ilişkilerinde yeni
bir dönemin ortaya çıkmasına neden olabilecek potansiyeldedir. Üstelik böyle
bir projenin, Hazar ötesi kaynakları da bu hat aracılığıyla Avrupa’ya pazarlama
potansiyeli dikkate alındığında Türkiye’yi yeniden bir “enerji dağıtım merkezi”
olma konumuna yükseltebileceği yönüne de vurgu yapmak gerekmektedir.
Yine son zamanlarda İran doğalgazında yaşanan tedarik ve
fiyat eksenli sorunların neden olduğu sıkıntılar göz önünde bulundurulduğunda
Azeri gazının önemli bir tedarik alternatifi olma özelliği taşıdığı
anlaşılmaktadır.
Bu ve benzeri projelerin, demokratik özgürlükler ve
serbest seçimler konusunda dünya kamuoyunda çokça eleştiri konusu olan bir ülke
olarak Azerbaycan’ın daha şeffaf bir siyasi görünüme kavuşması için de bir
vesile olabileceği düşünülebilir. Türk Dünyası’na yönelik oluşturulması gereken
yeni stratejide en önemli kilometre taşı olan Azerbaycan’la ilişkilerin
geliştirilmesi, iki ülke arasında hem ekonomik hem de siyasi yakınlaşmanın
tesisi ile daha geniş bir kazanım ağı ortaya çıkarabilir.
Halkların yakınlığını, “vize” gibi son derece gereksiz
bir prosedürle ve her iki halk tarafından da anlaşılmaz bulunan uygulamaların
son bulmasıyla derinleştirerek “iki eşit, refah düzeyi artmış, halklarının
ekonomik ve politik özgürlüğe kavuştuğu” ülkenin ortaya çıkmasına neden
olabilecek yeni denizlere doğru yelken açma stratejisi olmalıdır bu. İki partner
arasında uyumlu bir dansın ortaya
çıkmasının ön koşulu da, dans edenlerin birbirlerinin stratejilerini ve
hamlelerini anlayabilmelerine bağlı değil midir?
Yorumlar