Enerji güvenliğine ilişkin konularda iki eski müttefik Türkiye ve ABD arasında İran’a yönelik yaptırımlar ve enerji ticareti eksenli bazı gelişmeler göze çarpmakta. Özellikle petrole ilişkin hususlarda Ankara-Washington hattında yeni gelişmeler ortaya çıkıyor. Türkiyenin İran’dan yapılan petrol ithalattında %20’ye varan kesinti yapma kararının da gösterdiği gibi, Türk siyasal elitleri ABD’nin İran’a yapmaya çalıştığı yaptırımlara destek verme eğilimindeler.
Bununla
birlikte, doğalgaz gaz konusu genellikle ABD baskısı dışında, maliyetle ilgili
sorunlar bağlamında farklı bir açıdan ele alınıyor. Türkiye, Rusya’nın ardından
ikinci büyük gaz tedarikçisi olan İran’dan hali hazırda toplam doğalgaz
ithalatının yaklaşık çeyreğini karşılıyor. Buna rağmen İran’la Türkiyenin
yaklaşık 16 yıl önce yaptığı ve zemini çok sağlam olmayan doğal gaz
anlaşmasının, İran’dan enerji ithalatında ABD’nin müttefiklerine önerdiği
yaptırımların Türkiye’ye yönelik etkisi de görülmeye başlandı.
Bilindiği gibi, 1996’da
RefahYol iktidarı döneminde 25 yıllık bir sözleşme ile, yaklaşık 30 trilyon
metreküp doğal gaz rezervine sahip olan İran’la başlayan gaz ticareti Türkiye
için, hem o zamanki iktidarın siyasal ideolojisi ile uyumlu bir stratejinin
gereği, hem de Türkiye’nin gelişen imalat sanayi ürünleri için potansiyel büyük
bir piyasa olarak algılanmıştı. Bu bağlamda zamanın Türk siyasal elitleri, “al
ya da öde” şeklinde tanımlanabilecek bir irrasyonel koşulu onaylamakta dahi bir
sakınca görmemişti. Fakat dost ve müslüman ülke İran’dan temin edilen doğal
gazın, cari durumda bin metreküp fiyatının Rusya gazından yaklaşık 100 dolar
daha pahalı hale gelmesi, zaman zaman bu ülkeyle 1996’da sözleşme yapan siyasal
elitlerin “çırakları” olarak da adlandırılan (Hatta Abdullah Gül’ün,
RefahYol’un bakanlarından birisi olduğu düşünülürse belli ölçüde “bizatihi
kendisi” de sayılabilir) Ak Parti iktidarını bu sözleşmeyi yeniden gözden
geçirmeye sevketti. Bu anlamda iki ülke arasında uluslararası tahkim
seçenekleri bile gündeme geldi.
Rusya’nın Türkiye’ye
yaptığı gaz ihracatında daha düşük fiyatı kabul etmesine mukabil İran, halen
1996’daki “İslam kardeşliği” ürünü olan ve tatlı bir gelir kapısı anlamına
gelen anlaşmayı gözden geçirmeye yanaşmamakta. Bu krize yönelik olarak
Türkiye’de enerji ile ilgili yetkili çevrelerin kayda değer bir açıklama
yapmamış olduğu dikkat çekmekte. Şimdilik Türkiye’nin böyle bir açmazı telafi
edecek güçlü bir alternatifinin olmadığı da bir hakikat. Azeri doğal gazı
(özellikle Şah Deniz II kaynakları) olası bir ikame oluşturabilir ama
önümüzdeki bir kaç yıla kadar bu kaynakların kullanılabilir hale gelmesi
beklenmiyor. Ayrıca “dost ve kardeş”, aynı zamanda “bir millet iki devlet”
olmakla ün saldığımız Azerbaycan’la doğal gaz boru hattı konusunda uzun
zamandır devam eden görüşmeler henüz netleşmemiş görünüyor. Bu arada Rus
doğalgazının artırılması veya Orta Asya seçeneklerinin gündeme gelmesi de
fazlaca mümkün görünmemekte.
Bu alternatifsizlik de
dikkate alındığında geçtiğimiz Ocak ayında Türkiye’nin İran’la yapılan bu
anlaşmayı uluslararası tahkime götürmekten başka çaresi kalmadı. Buna rağmen,
gaz savaşları konusunda fiyatların dışında başka faktörlerinde bulunduğu ileri
sürülebilir. Artan enerji ithalatı bağlamında cari açığın genişlemesinin yol
açabileceği problemleri göz önünde bulundurarak Türk hükümetinin enerji
ithalatını azaltmak istemesi gibi unsurlar bu bağlamda zikredilebilir. 2011
yılında %8’in üzerinde gösterdiği rekor bir büyüme rakamından sonra meydana gelen
küçülme sinyallerinin bu endişeyi doğruladığı ifade edilebilir.
ABD’nin İran’a yönelik
yaptırımları bağlamında da Türkiye’nin İran’la yaşadığı enerji krizi üzerinde
yorumlar yapılabilir. Hem ABD yaptırımları ile paralelmiş gibi bir strateji izlemek,
hem de İran’dan alımı azaltılan petrolün Libya ve Körfez’den alınacak petrol
ile ikame edilmesini sağlayarak bu ülke pazarlarına yönelik yeni stratejiler
geliştirilmek istenmesi gibi amaçlar bu bağlamda etkili olabilir. İran’a
yönelik ABD yaptırımları konusunda şimdiye kadar çok sadık bir izleyici
olmamayı başaran Türkiye’nin, yeni dönemde bu konuda strateji değişikliğini
tercih etmesinin Suriye konusunda iki ülkenin politik yaklaşımlarındaki
farklılığın yeni bir uzantısı olarak da altının çizilmesi mümkün olabilir.
Türkiye’nin İran’dan ithal ettiği petrol miktarını yaklaşık %20 azaltması ve doğal gaz fiyatı konusunda tahkime başvurması ile son yıllarda iki ülke arasında hızla gelişen dış ticaret hacminde önemli ölçüde düşüşün ortaya çıkması beklenebilir. Nitekim 2010 itibarıyla İran; AB 27, Rusya, İran ve Çin’in ardından 8 milyar doları aşan toplam ticaret hacmiyle Türkiye’nin 5. büyük dış ticaret ortağı olmuştur. Aynı yıl için Türkiye’nin İran’la yaptığı ticarette 1.3 milyar dolarlık açık vermesi ise, Türk dış ticaretindeki bu ülkeye ilişkin dengesizlikler için bir kanıt teşkil edebilir.
Nitekim TÜİK verilerine göre (Ekonomik Göstergeler, 2011, 176) 2011 yılında Türkiye’nin ham petrol ithalatının yaklaşık yarısı İran’dan karşılanmıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin, doğal gaz ihtiyacının çeyreğini karşıladığı bir ülkeye karşı yarı yarıya ham petrol açısından da bağımlı olması enerji güvenliği açısından bir risk oluşturabilir. Üstelik doğal gaz fiyatları konusunda geri adım atmaya yanaşmayan İran’ın, kendisine yönelik ABD yaptırımları karşısında şimdiye kadar esnek ve nispeten bağımsız bir dış politika izlemeye çalışan bir “müslüman kardeşi” olarak Türkiye’nin enerji güvenliği konusundaki endişelerini giderebilecek hangi mekanizmalara sahip olduğu da ayrı bir tartışma konusudur.
Yorumlar