Giriş
Bu günkü gazetelere yansıyan, YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’nın,
akademisyenliğin cazibesini kaybettiği yönündeki değerlendirmeleri, Yüksek
Öğretim’le ilgili yasa taslağının yeniden gündeme gelmesine neden oldu. İlgili
taslakta, Başkan’ın atıf yaptığı bu cazibenin artırılmasına dair çok az işaret
bulunabilirken, cazibe artışının hangi kanallarla genişletileceği de
muğlaklığını korumaya devam ediyor. Bu minvalde, demokratik bir yasa tasarısı
süsü verilmeye çalışılan ve üniversitelerden değişik zamanlarda temsilcilerini
YÖK’e davet ederek “sözde” tasarının ilgilendirdiği birimlerin düşüncelerine
başvurma amacı taşıyan ama fazla bir kimseyi de şimdilik tatmin edecekmiş gibi
görünmeyen bu tasarının genel mühtevasına ilişkin düşüncelerimi paylaşmak
istiyorum. Buradaki sıralama tamamen yasa taslağındaki sıralamaya sadık
kalınarak oluşturulmuş ve sonunda kısa bir değerlendirme yapılmıştır.
1. Yüksek Öğretim Kurumu Statüleri:
Üniversite Konseyi’ne seçileceği öngörülen 2
üyenin Bakanlar Kurulu tarafından belierlenmesinin, belli ölçüde politizasyona
neden olabileceğinin dikkate alınması, ilgili ilden seçilecek 1 üye yerine en
az 3 üyenin konseyde görev yapmasının sağlanması gereklidir. Kurumsallaşmakta
olan üniversitelerde de, bağımsız düşünme yeteneğine sahip akademisyenlerin
bulunduğu göz önünde bulundurularak, bunlara özgü olmak üzere, mini bir konsey
modeli geliştirilmeli, ölçüler tutturuldukça kademeli olarak bir üst modele
geçiş sağlanmalıdır. Bu üniversitelerde bile merkezi yönetimin etkilerinin
azaltılması amaçlanmalıdır.
2. Yüksek Öğretim Kurumu’nun
Yönetimindeki Ana Organlar
Rektörün bir defalığına olmak üzere 5 yıllık bir
zaman dilimi için seçilmesi gayet isabetli görünmektedir. Aksi halde koltuğun
sıcaklığı, kurumu geliştirmek için harekete geçmeyi sağlamak yerine uyuşukluğa
neden olabilmektedir çoğu örnekte. Buna rağmen üç bilim dalından iki defa üst
üste rektör seçilememesi gibi kısıtlamalar kaldırılmalıdır. Bunun yerine Sağlık
Bilimleri Üniversiteleri, Fen Bilimleri Üniversiteleri veya Beşeri Bilimler
Üniversiteleri gibi üç alanda uzmanlaşmış üniversitelerin kurulması için çaba
harcanmalıdır. Konseyi bulunmayan üniversitelerde rektörün seçimle belirlenmiş
üç aday arasından Kurul tarafından
atanması kesinlikle engellenmelidir. Bu yetkinin, bu yeni ve esnek olduğu iddia
edilen yasa taslağını tartışılmak üzere akademik birimlere gönderen Kurulun
merkezi gücünü artırmaktan başka bir işlevi olmayacaktır. Hele Cumhurbaşkanı’na
rektör adaylarını sunmak gibi, ancak totaliter rejimlerde görülen uygulamaların
bu yeni yasa taslağının hiç bir yerinde bulunmaması sağlanmalıdır.
3. Yüksek Öğretim Alanının
Koordinasyonu ve Üst Yönetimi
Yüksek Öğretim Genel Kurulu’nun üyelerinin
seçiminde, her iki alternatif modelde de ağırlığı bir hayli fazla olan
Cumhurbaşkanlığı, Bakanlar Kurulunun seçeceği üye sayısı kesinlikle
azaltılmalıdır. Bu konuda siyasi partilerin, toplum nezdinde saygınlığı bulunan
akademisyen veya aydınlardan oluşacak adaylarının TBMM’de oylanarak
belirlenmesi gibi bir metod tercih edilebilir. Bu kurulda akademisyen olmayan ama
üniversite sistemi ile açık bağlantısı olan iş dünyası, sivil toplum
temsilcileri gibi toplumsal temsilcilere de yer verilmelidir. Yıllık olarak
düzenlenmesi öngörülen Yüksek Öğretim Şurası türü uygulamalar, gereksiz zaman
ve para kaybından başka bir anlam taşımamaktadır. Bunu yerine daha yerel ve
esnek modeller benimsenmelidir. Örneğin her ilde yılda bir o ildeki yüksek
öğretim sorunlarının tartışıldığı ve merkezi yapının etkisinde bulunmayacak
kişilerin davet edildiği tartışma toplantıları gerçekleştirilebilir.
4. Eğitim
Eğitim konusu, üniversitelerin belirleyeceği
modellerce esnek olarak yürütülmeli ve merkezi modellerden kaçınılmalıdır. 2012 yılı yaz aylarında YÖK direktifiyle
üniversitelerde bütünleme yapılmasının istenmesi örneğinde olduğu gibi, özerk
ve bağımsız olması gereken üniversitelere, çeşitli maslahatlar öne sürülerek
merkezi müdahalelerden kaçınılmalıdır. Eğitim konusunun, tamamen üniversite ve
yönetiminin akademisyenlerin görüşlerine bağlı olarak oluşturacakları modele
bağlı olarak ele alınması gereklidir. Üniversite, bizatihi evrensel nitelikler
taşısa da eğitim modelinin evrenselliği gibi bir konu asla bu evrensellik
modunda değerlendirilemez.
5. Yüksek Öğretimde Araştırma
Araştırma faaliyetleri, üniversitelerin asıl
işlevlerinden olduğu için bu alanın daha fazla teşvik içeren boyutlarıyla ele
alınması gereklidir. Araştırmanın teşvik edilmesinin temel koşulu da,
olabildiğince fazla sayıda ders saatlerini doldurmaya çalışarak geçim
problemini çözmeye çalışan akademisyenlerin bu acınacak halden kurtarılmaları
ve araştırmaya zaman ayıracak hale getirilmeleridir.
6. Toplumsal Hizmet
Bu bölüm, başlık açısından ilk bakışta
üniversiteleri “bir hayır kurumu” gibi algılamaya neden olsa da, eskiden beri
var olan üniversite-sanayi işbirliği çalışmalarına atıfta bulunduğu
anlaşılmaktadır. Bu “toplumsal hizmet” misyonu yukarıdaki reformlara bağlı
olarak gelişme gösterecektir.
7. Yüksek Öğretimin Denetimi ve Kalite
Güvencesi
Denetim sistemi eski uygulamalarda ne yazık ki
zaman zaman “bazı üniversiteler için” cezalandırma aracı olarak kullanılmıştır.
Bu tür sorunlu sonuçların tekrarlanmaması için objektif ve şeffaf olarak
kamuoyuna duyurulacak şekilde yeniden dizayn edilmelidir. İdeolojik
cezalandırma çıpası olarak denetim sisteminin kullanılmasına neden olabilecek
her tür düzenlemeden kaçınılmalıdır.
8. Öğretim Elemanı Atama ve Yükseltme
Süreçleri
Yardımcı doçentlik atamasının doktoradan iki yıl
sonra yapılması önerisi, üniversitelerin mevcut öğretim üyesi ihtiyacı göz
önünde bulundurulduğunda, rasyonel görünmemektedir. Doktora yapmış adayların,
üniversitenin kriterlerine uygun olması halinde yardımcı doçent kadrosuna
atamasının gecikmesizin yapılması sağlanmalıdır. Aynı şekilde doçentlik
başvurusu için 5 yıl bekleme şartı da merkezi bir bürokratik engel oluşturma
çabası izlenimi vermektedir. Bu süre de adaya ve alana göre değişebilir ve
doçentlik jürisinin bu konudaki insiyatiflerine bırakılması daha yararlı
olabilir.
Sonuç
Yeni Yüksek Öğretim Yasası, yukarıda çizilen ve
eleştirilen hususlar çerçevesinde, daha az merkezi, daha fazla yerel,
üniversitelerin daha fazla insiyatif almalarına imkan sağlayan, özlük
haklarının genişletilmesini de içerecek şekilde dizayn edildiği takdirde, “Yeni
Türkiye”nin koşullarına daha fazla uyum sağlayabilecek görünmektedir.
Akademik cazibenin artırılmasının koşulu rekabet
koşullarını artırmaktan ve belirli sınıflamalara dayalı yayınlara bel
bağlamaktan ziyade, önce başlangıç koşulları açısından iyileştirmenin
yapılmasından geçmektedir. Bir polis memuru ile üniversitede görev yapan bir
doçentin hemen hemen benzer maddi koşullara sahip olduğu dikkate alındığında,
militarizmin mi özgür akademik düşüncenin mi toplumu yönetenler nezdinde daha
önemli olduğu konusunda kuşku duyulmasına neden olmaktadır.
Bu arada, uzun bir zamandır devam eden “yeni
anayasa” tartışmalarının “fare doğurması” gerçeğinden mülhemle tarihe bir kayıt
düşmekte de yarar görüyorum. YÖK sistemi, yeni efendileri ne kadar çaba
gösterirse göstersin “yeni yasası”na kısa biz zamanda kavuşacak gibi görünmemektedir.
Zira mevcut sistem, YÖK bürokratlarının yetkilerinin çok ötesinde mevcut siyasi
elitlere büyük bir güç vermektedir. Bu gücün 2014’ten önce yerel ve içsel
dinamiklere devredilmesinin (bazı projeksiyonlar gerçekleşirse bu tarihten
sonra bu alanda daha fazla güç temerküzünün ortaya çıkacağı gerçeği altında)
mümkün olmadığı bu bağlamda rahatlıkla ileri sürülebilir.
Yorumlar