Ana içeriğe atla

YÖK Yasa Taslağı ve Gerçek Yalanlar 2012

 

27 Kasim 2012

 

Giriş

Bu günkü gazetelere yansıyan, YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’nın, akademisyenliğin cazibesini kaybettiği yönündeki değerlendirmeleri, Yüksek Öğretim’le ilgili yasa taslağının yeniden gündeme gelmesine neden oldu. İlgili taslakta, Başkan’ın atıf yaptığı bu cazibenin artırılmasına dair çok az işaret bulunabilirken, cazibe artışının hangi kanallarla genişletileceği de muğlaklığını korumaya devam ediyor. Bu minvalde, demokratik bir yasa tasarısı süsü verilmeye çalışılan ve üniversitelerden değişik zamanlarda temsilcilerini YÖK’e davet ederek “sözde” tasarının ilgilendirdiği birimlerin düşüncelerine başvurma amacı taşıyan ama fazla bir kimseyi de şimdilik tatmin edecekmiş gibi görünmeyen bu tasarının genel mühtevasına ilişkin düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Buradaki sıralama tamamen yasa taslağındaki sıralamaya sadık kalınarak oluşturulmuş ve sonunda kısa bir değerlendirme yapılmıştır.

1. Yüksek Öğretim Kurumu Statüleri:

Üniversite Konseyi’ne seçileceği öngörülen 2 üyenin Bakanlar Kurulu tarafından belierlenmesinin, belli ölçüde politizasyona neden olabileceğinin dikkate alınması, ilgili ilden seçilecek 1 üye yerine en az 3 üyenin konseyde görev yapmasının sağlanması gereklidir. Kurumsallaşmakta olan üniversitelerde de, bağımsız düşünme yeteneğine sahip akademisyenlerin bulunduğu göz önünde bulundurularak, bunlara özgü olmak üzere, mini bir konsey modeli geliştirilmeli, ölçüler tutturuldukça kademeli olarak bir üst modele geçiş sağlanmalıdır. Bu üniversitelerde bile merkezi yönetimin etkilerinin azaltılması amaçlanmalıdır.

2. Yüksek Öğretim Kurumu’nun Yönetimindeki Ana Organlar

Rektörün bir defalığına olmak üzere 5 yıllık bir zaman dilimi için seçilmesi gayet isabetli görünmektedir. Aksi halde koltuğun sıcaklığı, kurumu geliştirmek için harekete geçmeyi sağlamak yerine uyuşukluğa neden olabilmektedir çoğu örnekte. Buna rağmen üç bilim dalından iki defa üst üste rektör seçilememesi gibi kısıtlamalar kaldırılmalıdır. Bunun yerine Sağlık Bilimleri Üniversiteleri, Fen Bilimleri Üniversiteleri veya Beşeri Bilimler Üniversiteleri gibi üç alanda uzmanlaşmış üniversitelerin kurulması için çaba harcanmalıdır. Konseyi bulunmayan üniversitelerde rektörün seçimle belirlenmiş üç aday arasından  Kurul tarafından atanması kesinlikle engellenmelidir. Bu yetkinin, bu yeni ve esnek olduğu iddia edilen yasa taslağını tartışılmak üzere akademik birimlere gönderen Kurulun merkezi gücünü artırmaktan başka bir işlevi olmayacaktır. Hele Cumhurbaşkanı’na rektör adaylarını sunmak gibi, ancak totaliter rejimlerde görülen uygulamaların bu yeni yasa taslağının hiç bir yerinde bulunmaması sağlanmalıdır.

3. Yüksek Öğretim Alanının Koordinasyonu ve Üst Yönetimi

Yüksek Öğretim Genel Kurulu’nun üyelerinin seçiminde, her iki alternatif modelde de ağırlığı bir hayli fazla olan Cumhurbaşkanlığı, Bakanlar Kurulunun seçeceği üye sayısı kesinlikle azaltılmalıdır. Bu konuda siyasi partilerin, toplum nezdinde saygınlığı bulunan akademisyen veya aydınlardan oluşacak adaylarının TBMM’de oylanarak belirlenmesi gibi bir metod tercih edilebilir. Bu kurulda akademisyen olmayan ama üniversite sistemi ile açık bağlantısı olan iş dünyası, sivil toplum temsilcileri gibi toplumsal temsilcilere de yer verilmelidir. Yıllık olarak düzenlenmesi öngörülen Yüksek Öğretim Şurası türü uygulamalar, gereksiz zaman ve para kaybından başka bir anlam taşımamaktadır. Bunu yerine daha yerel ve esnek modeller benimsenmelidir. Örneğin her ilde yılda bir o ildeki yüksek öğretim sorunlarının tartışıldığı ve merkezi yapının etkisinde bulunmayacak kişilerin davet edildiği tartışma toplantıları gerçekleştirilebilir.

4. Eğitim

Eğitim konusu, üniversitelerin belirleyeceği modellerce esnek olarak yürütülmeli ve merkezi modellerden kaçınılmalıdır.  2012 yılı yaz aylarında YÖK direktifiyle üniversitelerde bütünleme yapılmasının istenmesi örneğinde olduğu gibi, özerk ve bağımsız olması gereken üniversitelere, çeşitli maslahatlar öne sürülerek merkezi müdahalelerden kaçınılmalıdır. Eğitim konusunun, tamamen üniversite ve yönetiminin akademisyenlerin görüşlerine bağlı olarak oluşturacakları modele bağlı olarak ele alınması gereklidir. Üniversite, bizatihi evrensel nitelikler taşısa da eğitim modelinin evrenselliği gibi bir konu asla bu evrensellik modunda değerlendirilemez.

5. Yüksek Öğretimde Araştırma

Araştırma faaliyetleri, üniversitelerin asıl işlevlerinden olduğu için bu alanın daha fazla teşvik içeren boyutlarıyla ele alınması gereklidir. Araştırmanın teşvik edilmesinin temel koşulu da, olabildiğince fazla sayıda ders saatlerini doldurmaya çalışarak geçim problemini çözmeye çalışan akademisyenlerin bu acınacak halden kurtarılmaları ve araştırmaya zaman ayıracak hale getirilmeleridir.

6. Toplumsal Hizmet

Bu bölüm, başlık açısından ilk bakışta üniversiteleri “bir hayır kurumu” gibi algılamaya neden olsa da, eskiden beri var olan üniversite-sanayi işbirliği çalışmalarına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu “toplumsal hizmet” misyonu yukarıdaki reformlara bağlı olarak gelişme gösterecektir.

7. Yüksek Öğretimin Denetimi ve Kalite Güvencesi

Denetim sistemi eski uygulamalarda ne yazık ki zaman zaman “bazı üniversiteler için” cezalandırma aracı olarak kullanılmıştır. Bu tür sorunlu sonuçların tekrarlanmaması için objektif ve şeffaf olarak kamuoyuna duyurulacak şekilde yeniden dizayn edilmelidir. İdeolojik cezalandırma çıpası olarak denetim sisteminin kullanılmasına neden olabilecek her tür düzenlemeden kaçınılmalıdır.

8. Öğretim Elemanı Atama ve Yükseltme Süreçleri

Yardımcı doçentlik atamasının doktoradan iki yıl sonra yapılması önerisi, üniversitelerin mevcut öğretim üyesi ihtiyacı göz önünde bulundurulduğunda, rasyonel görünmemektedir. Doktora yapmış adayların, üniversitenin kriterlerine uygun olması halinde yardımcı doçent kadrosuna atamasının gecikmesizin yapılması sağlanmalıdır. Aynı şekilde doçentlik başvurusu için 5 yıl bekleme şartı da merkezi bir bürokratik engel oluşturma çabası izlenimi vermektedir. Bu süre de adaya ve alana göre değişebilir ve doçentlik jürisinin bu konudaki insiyatiflerine bırakılması daha yararlı olabilir.

Sonuç

Yeni Yüksek Öğretim Yasası, yukarıda çizilen ve eleştirilen hususlar çerçevesinde, daha az merkezi, daha fazla yerel, üniversitelerin daha fazla insiyatif almalarına imkan sağlayan, özlük haklarının genişletilmesini de içerecek şekilde dizayn edildiği takdirde, “Yeni Türkiye”nin koşullarına daha fazla uyum sağlayabilecek görünmektedir.

Akademik cazibenin artırılmasının koşulu rekabet koşullarını artırmaktan ve belirli sınıflamalara dayalı yayınlara bel bağlamaktan ziyade, önce başlangıç koşulları açısından iyileştirmenin yapılmasından geçmektedir. Bir polis memuru ile üniversitede görev yapan bir doçentin hemen hemen benzer maddi koşullara sahip olduğu dikkate alındığında, militarizmin mi özgür akademik düşüncenin mi toplumu yönetenler nezdinde daha önemli olduğu konusunda kuşku duyulmasına neden olmaktadır.

Bu arada, uzun bir zamandır devam eden “yeni anayasa” tartışmalarının “fare doğurması” gerçeğinden mülhemle tarihe bir kayıt düşmekte de yarar görüyorum. YÖK sistemi, yeni efendileri ne kadar çaba gösterirse göstersin “yeni yasası”na kısa biz zamanda kavuşacak gibi görünmemektedir. Zira mevcut sistem, YÖK bürokratlarının yetkilerinin çok ötesinde mevcut siyasi elitlere büyük bir güç vermektedir. Bu gücün 2014’ten önce yerel ve içsel dinamiklere devredilmesinin (bazı projeksiyonlar gerçekleşirse bu tarihten sonra bu alanda daha fazla güç temerküzünün ortaya çıkacağı gerçeği altında) mümkün olmadığı bu bağlamda rahatlıkla ileri sürülebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yaşar nezihe bükülmez, hayatı-şiirleri

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi...

Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler

  Mehmet Dikkaya   Künye: Mehmet Dikkaya, “Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler”, Türk Yurdu , Ağustos 2023, ss. 16-22. Türkiye ekonomisinin yüz yılında birçok temel değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Sektörel ve yapısal bazda meydana gelen bu değişimin bir sonucu olarak yüz yıl sonunda ekonomik açıdan bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştır. Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası karşılaştırmasında hayal edilen bir ekonomik yapının varlığından söz edilemez. Lakin içinden geldiğimiz coğrafya ve dezavantajlı bir başlangıç seti oluşturan tarihsel arka plan düşünüldüğünde bu manzara küçümsenmeyecek bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Bu savı ispatlamak için evvela önceki yüzyıllardan kalan mirasa odaklanmak yerinde olacaktır. Osmanlı’dan Kalan Miras Osmanlı’nın klasik döneminde (1300-1600) iktisat ve siyaset dengesini koruyup geliştiren bir düzene sahip olduğu, toprak, esnaf sistemi ve ticaretin birey, toplum ve devletin ihtiyaçları arasında dengeyi kurmaya odak...

hayata bir mola olarak bayram

Nereye gittiği bilinmeyen ama inatla akmaya da devam eden hayat yolculuğunun önemli duraklarından birisi olarak bayramlar hep ilginç görünmüştür. Sadece yaşam için bir mola olması değildir bayramı cazip kılan. Aslında bizatihi hayatın önemli bir şahididir bayramlar. Çocukluk dönemlerimiz, gençlik yıllarımız, kendi ailemizi kurduktan sonra yaşadığımız dönemeçler hep bayramlar vesilesiyle hatırımızda kalmaya devam eder. Genelde bayramda alınan ışıl ışıl elbiseler, gıcır gıcır ayakkabılar, ilk servetlerimizi oluşturan harçlıklar, ilk kez karşılaştığımız akrabalarımız ve o günlere özel hazırlanmış enfes yemekler, baklavalar, börekler hep bayramların damaklarımızda bıraktığı tükenmez tatlardır. O sarmalar ki nazenin ellerde ince ince dokunmuş, o börekler ki yaprak yaprak döşenmiş, o baklavalar ki ince ince dilimlenmiş ve sevgilisiyle buluşmayı bekleyen körpe birer aşık gibiydiler. Arife günü ayakkabı alır ilk kez bayramda giymek üzere en kuytu yerde saklardık. Bir keresinde mahalleleri kola...