Ana içeriğe atla

Budin Kalesi'nden Türk Birliği Fikrine Giriş

     


22 Nisan 2012
Budapeşte

 Avrupa entegrasyonu, "imparatorluklar çağına yeniden dönüşe" dönük bazı ipuçları sunmakta. Ulus-devlet mottosunun bir anlamda çöktüğünün de göstergelerinden birisi olarak sunulabilir bu gelişme. Güçlü ulus-devletler çağının, dunyayı felakete sürükleyebileceginin sağlam göstergeleri olarak da kabul edilebilecek iki dunya savasi sonrasında ortaya çıkan ve gelişen Avrupa entegrasyonu, bir anlamda günahlarla yüklü doneme yönelik bir özür dileme, bir yandan da küreselleşme dinamiklerinin sağlam ve yeni bir hareket alanı olarak da kabul edilebilir. 

Münih havaalanından sonra indiğimiz Budapeşte'de pasaport göstermeksizin Macaristan topraklarına rahatça girdikten sonra hemen aklıma iki yıl önce Gürcistan'dan karayolu ile geçiş yapmaya çalıştığımız Azerbaycan sınırında çektiğimiz eziyetler geldi. Elli dolarlık "toprak bastı" parasını almadan topraklarına giriş yapmamıza izin vermeyen "bir millet, iki devlet" edebiyatının sözde savunuculari ile yeniden tanışmak çok acı gelmişti zira.

Buna rağmen, Avrupa entegrasyonu ve Türkiye'nin bu bölgeyle uzun ve zorlu iliskilerini dikkate aldığımızda, yeni yol haritamıza iliskin bazı ipuçlarını bulmak için de buraya gelmek gerekiyormuş meger. 

İki yıl önce karayolu ile Gürcistan-Azerbaycan hattını izleyerek Bakü'ye ulaşırken, yol boyunca, Kafkasya entegrasyonunun en azindan coğrafi olarak ne denli mümkün olabileceğini düşünmüştüm ve bu fikrimi, Baku'de Azeri akademisyenlere, onların dönük bakışları altında aktarmaya çalışmıştım. Bu "donuk" bakışlarin arkasinda fiziki mesafelerin çok ötesinde yeni sınırlar çizen paradigma farklılıkları vardı kuşkusuz. Türkiye'nin simdilerde garip bir maceraya dönüşen Ermenistan açılımınin o donemde verdigi bir burukluk neden olmuş olsa bile bu donukluga, arada, açıkça hissedilen ama tarif edilmeyen başka sorunların varlığı belirgindi. Daha sonra wikileaks belgelerine de yansıyan bu durum, iki ulkedeki siyasal elitlerin ruh dünyalarında var olan farklılıklara da vurgu yapıyordu. Üstelik aynı donemde  Kafkasya ekonomik alanına Suriye-Irak gibi ülkelerin ilk etapta dahil edilebileceği, ardından İran ve Ermenistan'la birlikte büyük bir Orta Dogu&Kafkasya alanının ousturulabilecegini bile düşünme gafletinde (!) bulunmuştum.

Gercekten, bir kac yildan beri yasanan gelismeler, mehter gurubu hiziyla bile gidemeyen bir bolgesel hareketliligin ortaya ciktigini gosterdi. Zavallı Türk Dunyası! (Şimdilik bir mit olduguna inansam bile bu kavramı bilerek kullanıyorum burada) Ulus-devletlerine bir garip küreselleşme çağında kavuştular ve Rus ağabeyleri ile Türkiye arasında kurdukları yapay denge içerisinde varlıklarını sürdüreceklerine inanıyorlar. Ustelik 19. Yuzyildaki eski büyük oyunun az sayidaki aktorunun yerini, yeni donemde cok sayida yeni bolgesel ve küresel aktör aldi. Evet, reel politik adına sürdürülen stratejiler bu tur bir denge oyununun oynanmasi gerektigini gosteriyor kuşkusuz; lakin bu stratejiler Türkiye-Türk dunyası iliskilerinin bugününü ve gelecegini açıklamak icin yine de yetersiz kalıyor. 

Avrupa'ya yeniden dönersek, kuşkusuz, Avrupa entegrasyonu bilinçli bir proje ve kökeninde kanlı Avrupa hesaplaşması sonrası yasanan zorunlu bir buluşma var. Bu buluşmada, eski sosyalistleri bile içsellestirerek dönüştürme iddiası bulunmakta. Orta ve Dogu Avrupa'nın eski sosyalistleri, çogunlugu itibarıyla belki umduklarını bulamadılar ve simdi avro'ya girmemek icin direnen ve birliğe lanet okuyanlari bile var. Bunlar arasinda Türkiye'nin birlik macerasına ve bu kadim sevgilisine kavuşma arzusuna ici buruk bakanlar bile bulunmakta. En azından son bir kaç yıldır, sürekli kriz dalgasına maruz kalan ve sanayi&dis ticaret altyapısının yarıdan fazlasını, buyuk cogunlugu AB'nin patronlari olan yabancı sermayeye devreden Macaristan'daki etkili çevreler bunu ifade etmekte.

Bu anlamda Türkiye'nin bölgesel rolunun hangi eksende olmasi gerektigi yonundeki eski tartışma konusu yeniden sorgulanmaya başlanabilir. 1990'larda, şimdi "Ergenekoncu" olmakla nitelendirilen ve cogunun yargılanma sürecinde olduğu bir gurup askeri-sivil bürokrat ve kalem erbabının savunduğu İran-Türk dunyası-Rusya-Çin hattının ulusal çıkarlarımıza en uygun seçenek olduğu fikrinin daha dogmadan ölumunun ardindan, yeniden ve ikibinlerin basında Ak Parti hareketi ile hızlanacak sekilde Avrupa trenine enerji vermeye çalışmıştık. Bu tren, muzakarelerin resmen basladigi 1 ocak 2005 tarihinde belli bir sekilde raya giriyor gibi gorunuyorken Irak ve Afganistan'in işgali ile birlikte Turkiye'nin bolgesel politikalarinda da pek çok şey değiştigi goruldu. Ama bu degisimden Türk Dunyasi-Türkiye iliskilerinin ivme kazanarak çıktığını iddia etmek de bir hayli güç oldu. Ak Parti iktidarı ile daha yerli ve derinlikli bir Kafkasya-Orta Asya stratejisinin ortaya cikacagini beklerken geriye yine büyük ölçüde hayal kırıklığı kaldı. 

Siyasal istikrarın yaşandığı 10 yillik donemde Türkiye, şimdilerde ciddi bir kriz yaşadığı Suriye ile iliskilerini geliştirmek yolunda, kriz oncesi harcadığı cabaların belki yarısını bile Türk Dunyasi icin harca(ya)madı. Abdullah Gül'ün, Türk İşbirliği Teşkilatı oluşturmak için gösterdiği gayretlerin bile bu bağlamda fazla bir öneme sahip olduğu söylenemez. Turkmen ve Ozbeklerin izledikleri soğuk stratejilerde varlığı hissedilen bu durum, 1990'lardan itibaren (bu donem, 2001 krizine kadar suren bir dizi ekonomik ve siyasal istikrarsızlıklarda dolu olmasına rağmen) elden geldiğince kurulmaya çalışılan köprülerin bile kaybedildiği donem oldu bu maalesef. Bu anlamda ciddi olarak masaya yatirilmasi gereken sorunların var olduğu yadsinamaz. 


Bu durumda, Türk Birliği seklinde, arkasında bir mit ve iddia taşıyan ve bunun da yazida acikca vurgulandigi başlığın neden atıldığı sorgulanacak kuşkusuz. Bu sorgulamaya soyle bir soru ile cevap vermek isterim: Özbekistan hariç, -Rus emperyalizmi doneminde bolgede yasanmis olan kismi tecrubeler disinda- hemen hemen hiç bir devlet geleneği olmayan bu coğrafyaya yönelik olarak ortaya çıkan bölgesel zaafın sona erdirilmesinin zamanı gelmedi mi? 

İslamcı gecmisine ragmen modernleşmeci Batıcı modernleştirmeci siyasal hareketlerden daha fazla Avrupacı bir çizgi izlediği görülen mevcut siyasal iktidar icin, Avrupa entegrasyonunda somut ilerlemeler elde etmenin yolu acaba sadece Brüksel'den mi geçmektedir? Yoksa en az Brüksel kadar, Bakü, Taşkent, Aşgabat, Dusanbe, Bişkek ve Astana da önemli merkezler olarak görülmeli değil midir? 

Orta Dogu ve Balkanlar, imparatorluk gecmisinden kalan ve tarihin geri çağırdığı coğrafyalar iken, Kafkasya ve Orta Asya Türkiye'nin gelecek sınırları acısından daha mı az öneme sahiptir? Üstelik, en önemli ekonomik önceliklerimizden olan (son yillarda da cari acigimizin en onemli kalemi haline gelen) enerjide arz güvenliğinin sağlanmasında bu bölgeden daha kolay evirebilecegimiz başka bir coğrafya var mıdır? Türki Ulkeler Birliği fikrini yesertip büyütmeden Avrupa Birligi'nin 21. YY perspektiflerimiz acısından tek basına yeterli olabileceğini mi düşünüyoruz?

Mevcut bölgesel profilde yaşanan, Afganistan, Irak, Suriye ve Filistin eksenli sorunlara, Arap Bahari'ndan sonra ortaya çıkan belirsizlikler de eklendikten sonra boyle bir hayali birlik dusuncesinin yeniden ve nereden çıktıgi da sorgulanabilir elbette. Bütün bu sorunların, imparatorluk geçmişinin halen bizi adım adım izlemesinin bir yansıması olarak görülmesi kolayci bir yorum olacaktır. Buna rağmen, Osmanlı mirası coğrafyanın Türki coğrafyanın ihmal edilmesi anlamına gelemeyeceği de açıktır. 

Aslında temel sorun ve Türk siyasal elitlerinin algılamada zorlandığı husus, tarihin, taşıdığımız genlerin, ortak kültürel kodların bizi büyük devlet gibi düşünmek zorunda bırakmasından başka bir şey değildir. Yurtta ve dünyada baris düşüncesi, savas yorgunu Osmanlı subaylarının zorunlu sığınaklarından birisi olmuştu yaklaşık bir yuzyildir ve bizim bu mottomuzun en heyecanlı dönemlerinde bile milyonlarca insan savaşlarda ölmekten kurtulamamış, onbinlerce cana da bizzat kendi harimimizden kurşun sıkılmıştır. İç siyasal istikrarsizliga neden olan/olmaya devam etme potansiyeli tasiyan en önemli kaynaklarının, donem donem farklılaşsa da eski coğrafi sınırlarımız olduğunu görmek bile arka bahçeyi timar etmenin vaktinin coktan geçtiğini göstermektedir. 

Türk Birliği fikrinde başlama noktasının Budin Kalesi olması ise, tarihin her zaman kaldığı yerden daha da güçlenerek devam edebilme potansiyeli tasidigina yapilan küçük ve bilinçli bir atıfdan başka bir şey değildir.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

yaşar nezihe bükülmez, hayatı-şiirleri

  YASAR NEZIHE BÜKÜLMEZ (Yaşar Nezihe Hanım) (17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971) İstanbullu şair, altı yaşındayken annesini kaybeder. İzin almaksızın bir yıl süreyle okula gittiği için babası tarafından evden kovulunca okuldan ayrılmak zorunda kalır. Üç kez evlenir. Üç oğlundan ikisini yitirince, kendisini hayatta kalan tek oğluna adar. Küçük yaşta şiir yazmağa heveslenir. İlk şiirleri “Malumat ve Terakki” ile “Nazikter” dergilerinde Mazlume, Mahmure, Mehcure imzalarıyla yayımlanır. İki kez intihara kalkışır. Şiirlerinde ekmek mücadelesini dile getirdi ve dönemin toplumsal sorunlarına eğildi. Ezilen insanların sorunlarını kendi sorunu olarak gördü; işçiye ve eylemlerine sahip çıktı ve bu nedenle işçi eylemlerini destekleyici şiirler de yazdı. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Şiirlerine el konulan ilk kadın şairdir. Şiirleri Kadınlar Dünyası Dergisi'nde sıkça yayınlandı. Şarkılar da yazdı. 17 sene Esirgeme Derneği’ne iş işlemiş. Şark Eşya Pazarı’nda(1), Darphane'de çalışmış. Hi...

Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler

  Mehmet Dikkaya   Künye: Mehmet Dikkaya, “Türkiye’nin Ekonomik Yüz Yılı: Temel Dinamikler ve Gelişmeler”, Türk Yurdu , Ağustos 2023, ss. 16-22. Türkiye ekonomisinin yüz yılında birçok temel değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Sektörel ve yapısal bazda meydana gelen bu değişimin bir sonucu olarak yüz yıl sonunda ekonomik açıdan bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştır. Yüz yıl öncesi ve yüz yıl sonrası karşılaştırmasında hayal edilen bir ekonomik yapının varlığından söz edilemez. Lakin içinden geldiğimiz coğrafya ve dezavantajlı bir başlangıç seti oluşturan tarihsel arka plan düşünüldüğünde bu manzara küçümsenmeyecek bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Bu savı ispatlamak için evvela önceki yüzyıllardan kalan mirasa odaklanmak yerinde olacaktır. Osmanlı’dan Kalan Miras Osmanlı’nın klasik döneminde (1300-1600) iktisat ve siyaset dengesini koruyup geliştiren bir düzene sahip olduğu, toprak, esnaf sistemi ve ticaretin birey, toplum ve devletin ihtiyaçları arasında dengeyi kurmaya odak...

hayata bir mola olarak bayram

Nereye gittiği bilinmeyen ama inatla akmaya da devam eden hayat yolculuğunun önemli duraklarından birisi olarak bayramlar hep ilginç görünmüştür. Sadece yaşam için bir mola olması değildir bayramı cazip kılan. Aslında bizatihi hayatın önemli bir şahididir bayramlar. Çocukluk dönemlerimiz, gençlik yıllarımız, kendi ailemizi kurduktan sonra yaşadığımız dönemeçler hep bayramlar vesilesiyle hatırımızda kalmaya devam eder. Genelde bayramda alınan ışıl ışıl elbiseler, gıcır gıcır ayakkabılar, ilk servetlerimizi oluşturan harçlıklar, ilk kez karşılaştığımız akrabalarımız ve o günlere özel hazırlanmış enfes yemekler, baklavalar, börekler hep bayramların damaklarımızda bıraktığı tükenmez tatlardır. O sarmalar ki nazenin ellerde ince ince dokunmuş, o börekler ki yaprak yaprak döşenmiş, o baklavalar ki ince ince dilimlenmiş ve sevgilisiyle buluşmayı bekleyen körpe birer aşık gibiydiler. Arife günü ayakkabı alır ilk kez bayramda giymek üzere en kuytu yerde saklardık. Bir keresinde mahalleleri kola...